Epeyce bir zaman önce, bu blogda "Sen, ben, bizim oğlan" başlıklı bir yazı yayınlamıştım. Karşı karşıya gelen iki taraftan birinin diğerinden çok güçlü olduğu durumlarda, zayıf kalanın en büyük silahının güçlü tarafın yanlışarını ifşa etmek olduğu temalı bir yazıydı.
O yazıyı yazmama sebep olan bir açıdan kendi başımdan geçenlerdi. 4,5 yıl asistanlık, 2 yıl tıp fakültesi asistan temsilciliği yaptıktan sonra gördüğüm şey yanlışın sahiplerinin o yanlışı düzeltmek konusunda bir gayreti olmadığı çünkü onları buna zorlayan bir şeyin var olmadığıydı. Benim elimde kalan da anlatmaktan fazlası değildi.
Hacettepe'deki son günlerim içinde yapılan "Nasıl Bir Üniversite?" toplantısının panel kısmında asistanlar adına ben konuştum. Uzunca bir zaman bu blogda yer verebilmek için videoya ulaşmaya çalıştım ama orijinalini elde edemedim. Şu linke giderseniz panelin 2.kısım videosunda 20:26'da benim konuşma başlıyor.
Konuştun da ne oldu derseniz, benim bildiğim kadarıyla hiçbir şey. Benim o konuşmada kullandığım gözlemleri yaptığım yer olan Hacettepe'de o günden bugüne değişen, benim haberdar olduğum bir şey yok. Memleketin tüm üniversitelerinde uygulanmak üzere getirilmiş yeni bir standart da yok. Boşuna konuştum yani...
Büyük resim böyle. Meselenin benimle ilgili olan kısmındaysa çok şey oldu aslında. Ben konuşurken, o salonda, o dönem çalıştığım anabilim dalından kimse yoktu. Yaklaşık bir ay sonra video internete konduğundaysa benim görev sürem bitmiş, bölümden ayrılmıştım. Kıyamet de o zaman kopmuş .Video bölümde izlendiğinde söylediklerimi üstüne alınanlar da olmuş, her doğrunun her yerde söylenmeyeceğini düşünenler de, çokça kızanlar da. Bugün, kısmen bunun bir mirası olarak, dört buçuk yılımı geçirdiğim bölümümle pek bağım kalmadığını söyleyebilirim. Hala adım geçtiğinde akla ilk gelen bu oluyor, pek de hoş olmayan bir şekilde anılıyormuş bu olay duyduğum kadarıyla.
Kariyerinin başında sana referans olmalarına ihtiyaç duyacağın insanların bir kısmını kızdırınca da hayat kolaylaşmıyor elbette. Günün birinde akademiye geri dönemeye niyetlensem, o insanlardan birinin çalıştığı bölümlerden beni almak isteyecek birinin çıkacağını da sanmam. Ne zaman susması gerektiğini bilmeyen, güvenilmemesi gereken, sırları açıklayan bir adam damgası yesem, buna da ne şaşırır, ne de gücenirim. O konuşmayı yaparken de bunun mümkün olduğunu biliyordum, bugün de yapılsa itiraz etmem.
Sonuç; ben doğru bildiğimi söyledim, yanlışlarda değişen bir şey olmadı, benden başka kimsenin hayatında hiçbir şey değişmedi.
Bugünden sonra benzer bir şey yapacak herhangi birinin macerası da farklı olmaz. Arasıra birinin çıkıp bir şeyleri söylemesinden daha sistematik bir işleyişe ihtiyacımız var yanlışları düzeltmek için. Bilmem, belki bir gün olur.
Not:
Parrhesia koşulsuz ve açık şekilde doğruyu söyleme; incitme ihtimaline rağmen, yeri geldiğinde incitilme tehlikesini göze alarak hakikati dile getirme olarak özetlenebilir sanırım. Tanımda eksiklik varsa, kavrama değil bana aittir.