12 Ekim 2010 Salı

Sen, ben, bizim oğlan

Wikileaks'in Amerika'nın Afganistan operasyonlarıyla ilgili belgeleri açıklamasından sonra hükümet hemen belgelerin kaldırılmasını istemiş, daha fazla belge yayınlanmamasını talep etmişti; sitenin başındaki adam Julian Assange'ın da kısa zaman sonra tecavüzle suçlanmasını rastlantı kabul etmek kolay değil. İran'daki muhalefet sesini internet üzerinden duyurmaya çalışırken internetin özgürleştiriciliğini kutsayanlar, sansüre karşı çıkanlar, iğnenin ucu kendilerine değince bu prensiplere özde ne kadar bağlı olduklarını hemen ortaya koyuvermiş oldular. Dahası, herkes bilse de kimsenin söylemek istemeyeceği -bu riski almayacağı- uygunsuz bir hakikati dile getirenlerin başına iyi şeyler gelmeyeceğini, otoritenin kabadayılığıyla süratle karşı karşıya geleceklerini de bir kez daha görmüş olduk. 

Taraflardan birinin diğeri üzerinde mutlağa yakın güç sahibi olduğu, diğerinin ise elinde neredeyse hiçbir şey olmayan güç asimetrisi durumlarında güçsüz bırakılmış tarafın belki de tek silahı ifşaat. Bana bunu öğreten asistanlık yıllarımda yürüttüğüm asistan temsilciliği görevi olmuştu. Pek çok farklı bölümde ortaya çıkan problemleri gözleme, bunları dile getirdiğimde nelerle karşılacağımı birinci elden görme fırsatı benim için akademinin yalnızca daha zeki ve dolayısıyla egoları daha yüksek kimselerin çalıştığı bir diğer devlet dairesinden başka bir şey olmadığını görme macerası olmuş ve ne yalan söyleyeyim, fena halde midemi bulandırmıştı. 

Tıp fakülteleri Türk akademik hayatının çarpık yapılaşmasının adeta kristalleştiği kurumlardır. Mesleğin öğretiliş tarzı hala ciddi bir teorik temele oturtulmayıp, usta-çırak ilişkisi içinde yürütülmeye devam edildiğinden çok sağlam hiyerarşik yapılar kurulur. Canı istemezse size hiçbir şey öğretmeyecek ve kendisinden hiçbir şekilde bunu hesabı sorulmaycak bir "hoca"yla karşı karşıya kalırsınız. Günün birinde - yine objektif kriterlere bağlanmamış, dolayısıyla kişisel hesap görmelere açık, yazılı değil sözlü- uzmanlık sınavınıza girecek olan, uzmanlık tezinizi değerlendirecek olan, akademik bir rota tutturmak isterseniz günün birinde doçentlik sınavınıza girme ihtimali olan, bölümde kadro alıp alamayacığınız konusunda söz hakkı olan da yine aynı hocadır. Sizin üzerinizde bunca gücü olan hocaya karşı sizin hiçbir gücünüz yoktur; bahsettiğim güç asimetrisi budur. 

Asistanların hocalara karşı en büyük güçleri emekleridir aslında. Hocaların pek kıymetli -iktisaden- hastalarımnın her türlü kaprisini çeken de, her işini yapan da asistanlardır ama grev yapma hakları olmadığından bu güç onlar için bir pazarlık kozuna dönüşemez, oyuna bir parça denge gelmesinde hiçbir rolü yoktur. Böyle olunca asistan milletinin elinde ifşaat dışında yol kalmaz. 

İfşaat yolunu ise tercih edecek asistan bulamazsınız çünkü herkesin bildiği sırları faş etmek "cüret"ini gösterecek asistanın başına neler geleceğini herkes bilir. Her şeye rağmen buna kalkışacak bir delibaş bulursanız, en kısa zamanda camiadan dışlanacağını görürsünüz. Burada sallanan en büyük sopa "kadro"dur. Akademimizde başka yerlerde yetişmiş adamları kadroya katıp bilgi-birikim-teknoloji transfer etme alışkanlığı yoktur ve herkes kendi bölümünden yetişmiş adamlara kadro verir. Liyakata dayalı olmayan bu adam seçme sisteminde birkaç aday içinde en şanslı olan, en baştan beri en çok susma becerisini göstermiş olan olabilir. Konuşmayı tercih edenin ise hiç şansı olmaz.

Böylece kendini besleyen bir pislik çukuru oluşmuş olur. Yaptıklarının yanlış olduğunu bal gibi bilseler de bu açıkça söylenince, söylenene değil söyleyene dikkat kesilen; söyleyeni doğduğuna pişman etmeye uğraşan adamlar bundan rahatsızlık duymayan ve oyunu onlarla birlikte oynamaya en baştan gönüllü adamları sisteme dahil ederek değişim ümidini en baştan hadım ediverirler. Sen, ben, bizim oğlan; güzelce geçinir giderler. 

El altından yürütülen pislikleri açığa çıkarmaya uğraşan içeriden muhbirlerin (whistleblowers) nasıl korunacağı dünya çapında tartışılan bir meseledir. Özellikle büyük tazminatlarla sonuçlanan tütün ya da ilaç şirketleriyle ilgili davalarda ya da hükümetlerin pis işleri söz konusu olduğunda böyle bir adam genellikle mevcuttur ve genellikle başı belaya girer. Türk akademisi bugün içinde debelendiği vasatlık çukurundan çıkmak istiyorsa kurumların ya da kişilerin yanlışlarını ortaya koyma ihtimali olan böyle kişileri korumanın bir yolunu bulmak, eleştiriye açıklığı kurumsal kültürün bir parçası haline getirmek zorundadır. Vakıf üniversiteleri neyse ama bütçesi bizim cebimizden çıkan vergilerle sağlanan devlet üniversitelerinden "hocasının asistanı al gülüm ver gülümcülüğü"nden vazgeçmelerini, eleştiriye açık olmalarını ve kendilerine çekidüzen vermelerini beklemeye hakkımız var.


Not: Bu yazıya "akademide yer alan herkesi hakikat karşısında susan hoca yalakaları gibi gösteriyorsun" diye itiraz edeceklere cevabım, öyle bir amacım olmadığıdır. Bunun aksi insanlar olmasa zaten bügün elimizde olandan da beter bir akademiyle karşı karşıya olurduk ama maalesef halihazırda hocasıyla, asistanıyla bahsettiğim tipolojinin türk üniversite hayatında oldukça önemli bir yer kapladığı da bir gerçektir, benim dikkat çekmek istediğim nokta da budur.


1 yorum:

  1. Türk akademisinde "hoca", derebeyi gibi birşey aslında. Kral ya da prens (rektör ya da dekan) aksini emretmedikçe ya da işgüzarlık edip (!) denetlemedikçe, onun topraklarında onun borusu öter.

    Kimi ülkelerde; araştırma projeleri bütçelendirilirken, proje yürütücüsü dahil herkesin proje süresinde alacağı maaş da bütçeye dahil edilir. Proje bittiğinde yaşamaya devam edebilmek için yeni bir proje yazılması gerekir. Bir "iş" olarak bilimi diri tutmanın güzel yollarından biri.. "Kadro"nun, devletin beslediği tembelliğe dönüşmesi kaçınılmaz.

    YanıtlaSil

Beğendiyseniz paylaşabilirsiniz, maksat söz yayılsın.