Biliyorum, "iyi bir tema yakaladım, buradan devam edeyim" dersen,
meseleyi fazlasıyla sündürüp suyunu çıkarma riski vardır. Bir bakmışsın,
10 sene boyunca aynı şarkıyı değişik isimlerle önümüze süren The
Cranberries'den farkın kalmamış. Daha beteri de var, "altı üstü yedi
tane nota var, kaç farklı beste yapılabilir ki?" diye soran büyük Türk
düşünürünün şarkılarındakine benzer kekremsi bir tat yakalamak da
mümkün, Allah muhafaza.
Tüm bu riskleri göze alarak
farmakoloji ve futbol temalı üçüncü yazımı yazmak niyetindeyim çünkü
öyle güzel bir orta geldi ki, vurmasam içimde kalacak.
"Askere gidip, askerlik yaptığınız süre zarfında (5 veya 15 ay olabilir
bu süre) veya herhangi başka bir işle uğraştığınızdan önünüzde veya
elinizin altında teknolojik bir alet bulunmadığında hiç futbol ile
alakalı bir şey izlemeseniz, dünya futbolunda
yaşananlardan dolayı, kendi güncel futbol birikiminizde bir çok şeyin
eksikliğini farkedersiniz. Ne bileyim Mario Mandzukic'in Edin Dzeko'nun 1
boy küçüğü olmuş olmasını, Edin Dzeko ve Maradona'nın damadının,
Zidane'ın 48 veliahtından birisi olan Samir Nasri ile beraber City gibi
bir takımı bir yerlere getirmesini felan kaçırırsınız. Bir kaç El
Clasico, Arsenal'in 8 yediği maç gibi şeyleri izlemezsiniz. "Türk futbolu açısından ne kaçırırsınız" derseniz, cevabı vereyim. Hiç bir şey kaçırmamış olursunuz.
5
ay öncesinde ne muhabbeti dönüyorsa, hala aynı. Bakın, Ulusal Takım
hala aynı aptalca argümanlarla eleştirilip, yazılara malzeme oluyor.
Hala muhabbet "yerli teknik direktör. Mesut Özil.
"
Bunun aynısı Türk akademisinin benim gözleme imkanı bulduğum kısmında da vardı.
Geride
kalan beş yılda sürekli ve işe yarar bir internet bağlantısından
mahrum kaldığım tek bir ay oldu, askerliğimin Samsun'da geçen ilk ayı.
Tezimde kullandığım üç ilaç etken maddesi hakkındaki tüm makaleleri,
nöroekonomi ve riskli davranış alanlarını ve iki bilimadamının (Eric
Nestler ve Gökhan Hotamışlıgil) yeni yayınlarını düzenli takip
ediyordum. Takip ettiğim, haftada bir yayınlanan 3-4 dergide o ay
boyunca yayınlanan ve ilgimi çeken, dikkate değer makaleleri de
ekleyince o bir ay içinde epey bir şey kaçırmışım. Bir yandan yeni yayınlananları
günü gününe takip ederken, o birikenleri eritme işi neredeyse 2 ay
aldı.
Dünya biliminde bunlar olurken, Türkiye'de neler mi oldu? Ne mi kaçırdım? Hiçbir şey.
Tamam,
kabul, bir ay kısa bir zaman. O zaman bunu iki yıla çıkaralım. Bizim
camianın büyük kongreleri iki yılda bir düzenlenir. Makul bir işleyişi
olan bir laboratuvar grubunun bir kongrede sunduğu araştırmayla iki yıl
sonra sunduğu arasında bir ilerleme görmeyi beklemek gerekir ama durum
her zaman bu şekilde değildir. Belli bir fikir çizgisi üzerinde
ilerleyenler olsa da başka bir grup daha var.
Şöyle düşünün:
Elinizde belli ölçümleri yapan bir
alet var. Bir grup hayvana hiçbir şey yapmayıp ölçüm yapıyorsunuz, bir
başka gruba da A ilacını verip ölçüm yapıyorsunuz. Böylece A ilacının
ölçülen değişkenler üzerine etkilerini belirlemiş olursunuz. Bunu da bir
kongrede sunabilir ve/veya bilimsel makale olarak yayınlayabilirsiniz.
Buradan sonra yol ikiye ayrılıyor:
1) A ilacının etkilerini daha ayrıntılı incelemek, onun
etkilerini kullanarak vücuttaki bir mekanizmayı/yolağı anlamaya çalışmak
(bu yolla birbiriyle fikri takip bağı olan bir kaç araştırma
yapılabilir)
2) Yeni bir B ilacı bulup, aynı testleri bir
de onun için yapıp bir sonraki kongreye onu getirmek, bir sonraki
makaleyi de bu verilerle yayınlamak.
Bu ikinci yol
Türkiye'de en sık kullanılan yöntemdir desem yalan söylemiş olmam.
Yazılır bir proje, biraz para bulunur, bir makine alınır, sonra onunla
birbirinin aynısı araştırmalar yapılır. O kadar aynıdır ki bu
araştırmalar, ilk makalenin materyal-metot kısmını, yalnızca ilacın
adını değiştirerek, ikincide aynen kullanmak mümkündür.
Bu
ikinci yolun yaygın olduğu bir bilimsel ortamda iki yıl boyunca yeni
yayınlanan makaleleri izlemeseniz ne olur? Hiçbir şey olmaz, hiçbir şey
kaçırmış olmazsınız. Aynı adamlar, aynı şeyleri, aynı şekilde yapmaya
devam etmiş olurlar, siz de bir şey kaçırmamış olursunuz çünkü ortada
kaçırılacak, kaçırmamak için çaba gösterilecek bir şey olmaz.
Son üç kongrenin bildiri özeti kitapları var kütüphanemde.
Üşenmeyip bir ara bu bakış açısıyla detaylı bir inceleme yapmalıyım
aslında ama şöyle bir göz attım da, manzara anlattığımdan pek farklı
değil. Gerçekten bir şeyler üretmeye çalışanların hakkını teslim etmeyi
görev bilirim ama futbol blogumuzu örnek alarak şunu da söylemek gerek:
2 yıl öncesinde ne muhabbeti dönüyorsa, hala aynı
Yarın Kurban Bayramı. Ne futbolundan, ne bilimden hayır gördüğümüz güzel ülkemizde hayırlı bayramlar dilerim efendim.