Yine iki dolmuş kullanarak, bu kez tıp fakültesinin bulunduğu Ali Çetinkaya Kampüsü'ne ulaştım. Öncelikle Farmakoloji Anabilim Dalı başkanının (not: Bundan sonra Hoca olarak bahsedilecektir) yanına gitmeyi uygun bulduysam da kendisini odasında bulamadım, dersteymiş. Onu bulamayınca kimseyi de bulamamış oldum zira anabilim dalı yalnızca kendisinden oluşmaktaydı.
Dekanlık katına giderek orada da formlar doldurdum (10 adet daha vesikalık fotograf gerektiğini öğrendim ve bunun en baştan söylenmemiş olmasına sinirlendim, aslında "bunu nasıl öngöremedim ki" diyerek kendi aptallığıma sinirledim) ve oradakilerin yardımıyla Hoca'ya ulaştım. Göreve başlama yazım yazıldı ve resmen göreve başlamış oldum. Aramızda geçen 15 dakikalık konuşmada laboratuvar, hayvan veya deney düzeneği bulunmadığını; herhangi bir araştırma yapılmadığını, benden beklenenin yalnızca ders anlatmam olduğunu öğrendim. Aynı zamanda Diş Fakültesi Dekanlığı görevini vekaleten yürüten, Döner Sermaye İdaresi'nde de sorumluluğu bulunan ve o güne kadar tüm dersleri anlatan anabilim dalı başkanının ders yükünü hafifletmek dışında bi işim olmadığını böylece anlamış oldum. (Tüm sene boyunca, taş çatlasa 50-60 saat ders anlatıp geri kalan kısmında boş oturacak olmamın nasıl bir insan sermayesi israfı olduğunun ve bu kadarcık iş için tüm yıl boyunca, toplamda en az 30000 TL kadar maaş alacak olmamın nasıl bir mali israf olduğunun takdiri saygıdeğer okuyucuya aittir.)
Sonrasında Hocanın odasının tam karşısında yer alan odam (bana sorarsanız hücrem) gösterildi ve anahtarları bana teslim edildi.
Bu esnada çoktan akşam olduğundan mesai bitti ve geceyi geçirmek üzere yalnızca 300-400 metre uzakta olan Polisevi'ne gittim. Oldukça ağır ve tuhaf bir kokusu olan bir koridordaki 3 kişilik odamı 2 genç polis kardeşimle paylaştım. Böylece bitti ilk gün.
İlk günden aklımda kalan en önemli şey Hoca'nın en fazla 15 dakika sürmüş olan konuşmamızda, 3 kez, "iki yıl boyunca burada çalışmaya mecbur olduğumu ve bunu yapmadan diplomamı alamayacağımı", yüzünde bir gülümsemeyle birlikte dile getirmesi oldu. Bir meslektaşının kendi emrinde, zorla çalıştırılıyor olması karşısındaki bu tavrının ne kadar hoş olduğunun takdiri de yine saygıdeğer okuyucuya aittir.
"Ömrümün iki yılına ne fiyat biçsem bana az gelir. Dilerim ölmeden önce bu devletten, bu milletten bunu tahsil etme fırsatını bulurum. Hayat uzun,çıkar bir fırsat" dediğimde Hoca'nın yanıtı "hayat bazen de çok" kısadır oldu.
Bu güzel şarkıyı bu nedenle kölelikte ilk günüme ve saygıdeğer Hocamıza ithaf etmek isterim:
We are eternal, all this pain is an illusion (Tool - Parabol/Parabola)
Not: Bu şarkıyı Ömer Hayyam'a ve Mevlana'ya dinletebilmeyi çok isterdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder