Bu blogda sıkça yer verdiğim görüşlerimdem biri, 5371 sayılı kanun uyarınca yürütülmekte olan, doktarlara yönelik "devlet hizmet yükümlülüğü" uygulamasının kölelik/zorunlu çalıştırma kapsamında olduğu, bu nedenle hukuksuz olduğu ve insan hakları ihlali sayılması gerektiğidir. Bu yazıda bunu daha detaylı olarak anlatmaya çalışacağım.
Bu konuyu düzenleyen, Türkiye'nin de taraf olduğu uluslarası metin, 1930 yılında kabul edilmiş bir ILO metni olan CEBRİ VEYA MECBURİ ÇALIŞTIRMAYA İLİŞKİN (29 NO'LU) SÖZLEŞME. (sözleşmenin tam metnine bu linkten ulaşabilirsiniz, metnin bundan sonraki kısmında yalnızca sözleşme olarak kullanılacaktır)
Bu sözleşme ile ilgili kanunun Resmi Gazete'de yayınlanarak Türkiye'de yürürlüğe giriş tarihi 1998 (23 Haziran 1998 / 23381). Yalnızca bu tarihi öğrenmek bile mevcut uygulama ile ilgili kimi tartışmalara son vermek için yeterli. Mevcut uygulamanın yeni bir uygulama olmadığı, daha önce de Türkiye Cumhuriyeti tarafından yapılmış uygulamaların devamı niteliğinde olduğu şeklinde bir savunma mevcut. 1998'e kadar Türkiye Cumhuriyeti, bu uluslararası sözleşmeye taraf olmadığından burada bahsedilen hükümlerin bağlayıcılığından muaf kabul edilebilir. Böylece eski zorunlu hizmet uygulamaları ilkesel olarak yanlış olmaya devam etse hukuken uygun olmaktadır. 1998'den sonra ise, bu sözleşmeye aykırı kanunların ortadan kaldırılması ve yürütmesinin durdurulması ve yeni yapılacak kanunların bu sözleşmeye uygun olarak hazırlanması gerekmektedir. Dolayısıyla, eski bir kanunun yeniden yürürlüğe sokulduğu, bunun yeni bir kanun/uygulama olmadığı savunması geçerliliğini yitirdiği gibi 2005 yılında kabul edilen 5371 sayılı kanunun da sözleşmeyle çelişmemesi gerekmektedir.
Şimdi çelişip çelişmediğine daha ayrıntılı bakalım, sözleşme maddelerini inceleyerek.
"Madde 2:
Bu Sözleşmenin amaçları için, “Cebri veya Mecburi Çalıştırma” ifadesi herhangi bir kişinin ceza tehdidi altında ve bu kişinin tam isteği olmadan mecbur edildiği tüm iş veya hizmetleri ifade eder."
5371 sayılı kanunda geçen "Devlet hizmeti yükümlülüğü kapsamındaki personel, bu görevlerini tamamlamadan mesleklerini icra edemezler" ifadesi burada belirtilen "ceza tehdidi" kapsamına girecektir. Devlet, bu hizmeti icra etmeyenleri pratik olarak "meslekten men" ile cezalandıracağını beyan etmektedir. Devlet hizmet yükümlülüğünün doktorlar arasındaki adının "zorunlu hizmet, mecburi hizmet" olması "tam isteği olmadan" ifadesini karşılar sanırım. "Başkaları adına konuşma" diyecekler için ben kendi pozisyonumu açık olarak ortaya koyayım:
Devlet beni bu hizmete isteğim olmadan, ceza tehdidi ile göndermektedir.
Sanırım artık anlaştık; devlet hizmet yükümlülüğü, "cebri veya mecburi çalıştırma"nın uluslararası hukuktaki tanımı kapsamına girmektedir.
Elbette her kuralın istisnaları vardır. İkinci maddenin geri kalan kısmı bu istisnaları tarif ediyor:
"Ancak “Cebri veya Mecburi Çalıştırma” ifadesi bu Sözleşme bağlamında aşağıdakileri kapsamaz:
Mecburi askerlik hizmeti hakkındaki kanunlar gereğince mecbur tutulan ve sadece askeri bir mahiyet taşıyan işlere hasredilen bir çalışma veya hizmet;
Bizzat kendi kendini yöneten bir memleketin vatandaşlarının olağan kamu hizmeti yükümlülüklerinin bir parçasını teşkil eden bir iş veya hizmet,
Çalışma veya hizmetin bir kamu makamının nezaret ve kontrolü altında icra edilmesi ve söz konusu ferdin özel kişilerin, şirketlerin veya özel-tüzel kişilerin hizmetine bırakılmaması veya verilmemesi şartıyla, bir mahkemenin verdiği mahkumiyet kararının sonucu olarak yapmaya mecbur edildiği bir iş veya hizmet;
Olağanüstü hallerde, yani harp, felaketler veya yangın, su baskını, açlık, yer sarsıntıları, salgın hastalıklar ve şiddetli hayvan salgınları, hayvanların ve mahsule zarar veren böcek veya parazitlerin hastalık yaymaları durumunda ve genel olarak halkın bütünün veya bir kısmının normal yaşama şartlarını veya hayatını tehlikeye koyan tehlikeli veya zarar verici her türlü şartlarda yapılması mecburi bir iş veya hizmet;
Küçük çaplı toplumsal hizmetler, yani toplum fertleri tarafından doğrudan doğruya toplum menfaatine yapılan işler, bizzat toplumun fertleri veya doğrudan doğruya temsilcilerinin bu çalışmaların gerekli olduğunu beyan etmeleri hakkının tanınması şartıyla toplum üyelerine düşen olağan kamu hizmeti mükellefiyetleri olarak mütealaa edilecektir."
Bunlar içinde yalnızca "
Bizzat kendi kendini yöneten bir memleketin vatandaşlarının olağan kamu hizmeti yükümlülüklerinin bir parçasını teşkil eden bir iş veya hizmet" maddesi mevcut kanuna gerekçe kabul edilebilir ancak burada kast edilenin kişilerin meslekleri dışındaki, jüri üyesi olma vb. gibi kamu hizmetleri olduğunu da göz önünde bulundurmak gerek. Kişilerin mesleklerinin elinden alınması tehdidiyle 350-550 gün doktor olarak çalıştılımasını bu kapsamda ele almak, buradaki tanımın sınırlarını çok çok esnetmek olur sanırım.
Yine de, mevcut uygulamanın izin verilen cebri ve mecburi çalıştırmalardan biri olduğunu kabul etsek bile sorunlar var. Sözleşmenin geri kalan kısmında mecburi çalışmalara dair getirilen kurallara bakarak bu sorunlara göz atalım.
"MADDE 9
Bu Sözleşmenin 10 uncu maddesinde belirtilen aksi hükümler hariç, cebri veya mecburi çalıştırma koyma hakkına haiz herhangi bir makam önce;
Verilecek hizmetin onu icra etmesi talep edilen toplum için önemli ve doğrudan doğruya toplum menfaatine olduğuna,
Bu hizmet veya işin halihazır veya yakın gelecek zarurete haiz olduğuna;
İlgili ülkede benzeri iş veya hizmetler için geçerli olanlardan düşük olmayan ücret ve çalışma şartları önerilmesine rağmen bu hizmetin yerine getirilmesi veya işin yapılması için gönüllü iş gücü temini mümkün olmadığına;ve
iş veya hizmetin, mevcut işgücü ve onun söz konusu işi yapma kabiliyeti göz önüne alınarak, söz konusu halka çok ağır bir yük teşkil etmediğine kani olduğu takdirde ancak bu çalıştırma şekline müsaade etmelidir."
Ortada bir kanun olduğuna göre, Türkiye Cumhuriyeti'nin, doktorlardan bu yolla alınan hizmetlerin bu özelliklere haiz olduğunu düşündüğü sonucunu çıkartmak gerek. Bu konuda yorum yapma hakkı bana ait değil. TBMM, hükümet veya Sağlık Bakanlığı bu konudaki görüşlerini resmi olarak açıklarsa haberdar olmuş oluruz. Bildiğim kadarıyla böyle bir gerekçe, yazılı ve kamuya açık halde, mevcut değildir.
"MADDE 10
Vergi olarak talep edilen cebri veya mecburi çalıştırma ve idare görevleri icra eden şefler tarafından kamu menfaatine çalışmalar için konulan cebri veya mecburi çalıştırma tedricen kaldırılacaktır.
Bu kaldırmayı beklerken, vergi olarak cebri veya mecburi çalıştırma talep edildiği veya kamu menfaatine çalışmalar için idari görevleri icra eden şefler tarafından cebri veya mecburi çalıştırma konulduğu takdirde ilgili makamlar ilk önce:
Yapılacak iş veya verilecek hizmetin onu icra etmesi talep edilen toplum için önemli ve doğrudan doğruya toplum menfaatine olduğuna;
Bu hizmet veya işin halihazır veya kaçınılmaz olarak yakında doğacak bir ihtiyacı karşıladığına
iş veya hizmetin mevcut iş gücü ve onun söz konusu işi yapma kabiliyeti göz önüne alınarak, söz konusu halka çok ağır bir yük teşkil etmediğine;
Bu iş veya hizmetin icrasının işçileri daimi ikametgahlarının olduğu mahalden uzaklaştırmaya mecbur etmeyeceğine;
Bir iş veya hizmetin icrasının dinin, sosyal yaşamın, veya tarımın icaplarıyla uyumlu yönlendirileceğine kani olmalıdırlar."
Mevcut uygulama, sondan bir önceki hükme aykırıdır. 13 yıldır Ankara'da ikamet ediyorum, devletin ADNEKS sistemi bile "daimi ikametgah"ımı şu anda bu yazıyı yazmakta olduğum, Çankaya/Ankara'da bulunan ev olarak kaydetmiş durumda. Mecburi hizmetimi yapacağım yer ise Afyon. Tanıdığım neredeyse tüm doktorlar da yaşadıkları şehri değiştirmek zorunda kaldılar. İkamet ettiği şehirde mecburi hizmetini yerine getiren doktor oranı %10'u bulursa, bunu mucize kabul ederim. Bu konudaki sayıları açıklama sorumluluğu da, yine Sağlık Bakanlık'ına aittir.
"MADDE 11
Sadece 18’den yukarı ve 45’den aşağı yaşlarda bulunan sağlam yetişkin erkekler cebri veya mecburi çalıştırmaya tabi olabilirler. Bu sözleşmenin 10 uncu maddesinde öngörülen iş türleri hariç, aşağıdaki tedbirler ve şartlar dikkate alınmalıdır.
Mümkün olan her halükarda, konulan işi yapacak ilgililerin bulaşıcı bir hastalığının olmadığının, bedeni kabiliyetlerinin yapılacak iş ve icra edileceği şartlara uygunluğunun idarece tayin edilen bir doktor tarafından önceden tesbit edilmesi.
Öğretmenler öğrenciler ve genel olarak idari personelin muaf tutulması;
Her toplumda aileyi ve sosyal yaşam için zorunlu yetişkin ve sağlam erkek miktarının bırakılması
Karı-koca ve aile bağlarına saygı gösterilmesi,
Yukarıdaki paragrafın (c) altparagrafının uygulamasında, bu Sözleşmenin 23 üncü maddesinde öngörülen düzenlemeler, belirli sayıda nüfustan bir seferde alınabilecek daimi nüfusun erkek ve sağlam fert nisbetini tesbit eder, ancak bu nisbet hiç bir şekilde bu nüfusun %25 ini geçemez. Bu nisbeti tesbit ederken yetkili makamlar nüfus yoğunluğunu bu nüfusun sosyal ve fiziki kalkınmışlığını, mahallinde ve kendi hesaplarına ilgililer tarafından icra edilecek işlerin durumunu ve yılın hangi devresinde olacağını dikkate almalıdırlar; ve genel olarak ilgili toplumun normal yaşamının iktisadi ve sosyal ihtiyaçlarına saygı göstermelidirler."
Peki bu durumda zorunlu hizmete gönderilen kadın meslektaşlarımın durumu ne olacak? "18-45 yaş arasındaki sağlam yetişkin erkek" tanımına dahil olmadıkları muhakkak. O zaman kanunu değiştirip, devlet hizmet yükümlülüğünü yalnızca erkek doktorlara mı uygulayacağız? "Karı-koca ve aile bağlarına saygı gösterilmesi" hususu da bir başka problem yaratan husus. Eşleri özel sektörde çalışanlar mazaret kuralarından faydalanamadığından, eşleri bir şehirde kalırken kendileri başka bir yere gitmek zorunda kalabilmektedir. Bu şekilde parçalanmış aileler, annesi veya babası yanında olmaksızın büyümek zorunda kalmış çocuklar mevcuttur.
"MADDE 12
Herhangi bir ferdin muhtelif şekiller altında cebri veya mecburi çalıştırmaya maruz kalabileceği azami müddet, 12 aylık bir sürede, işyerine gitmek ve oradan gelmek için geçen gerekli yolculuk günleri de dahil olmak üzere 60 günü geçemez.
Cebri veya mecburi çalıştırmaya maruz kalan her işçiye icra ettiği cebri veya mecburi çalışma müddetlerini gösteren bir sertifika verilecektir."
Devlet hizmet yükümlülüğü, kanunda belirtilen olan şartlara göre değişmekle birlikte, 300-600 gün süreyle yapıldığını belirtmek isterim. Yani bir yılda en fazla 60 gün değil, 10 ile 20 ay arasında değişen bir süre boyunca, sürekli yapılmaktadır. Bu hüküm de açık olarak ihlal edilmektedir.
"MADDE 23
Sözkonusu Sözleşme hükümlerini yerine getirmek için yetkili makamlar cebri veya mecburi çalıştırmanın kullanımına ilişkin tam ve vazıh yönetmelikleri yayımlayacaklardır.
Bu yönetmelikler, özellikle cebri veya mecburi çalışmaya tabi kılınan her şahsa, çalışma koşullarıyla ilgili şikayetlerini yetkililere iletmesini mümkün kılacak ve bu şikayetlerinin incelenip değerlendirilmesini güvence altına alan kurallar ihtiva edecektir."
İkinci paragrafta belirtilen hükümlere uygun bir yönetmelik mevcut değildir, doktorlar böyle bir hakları olduğu konusunda bilgilendirilmemektedir.
Sözleşmedeki tanım ve ayrıntılara baktık. Şimdi de ilk maddeye bakalım:
"MADDE 1
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün bu Sözleşme’yi onaylayan her üyesi mümkün olduğu kadar kısa bir sürede her ne şekil altında olursa olsun cebri veya mecburi çalıştırmanın kaldırılmasını taahhüt eder.
Cebri veya mecburi çalıştırmanın tamamen kaldırılması amacıyla, cebri veya mecburi çalıştırmaya, geçici bir müddet için, sadece kamu yararı ve istisnai önlem olarak aşağıdaki maddelerde belirtilen şartlarda ve garantilerle başvurulabilir.
Bu Sözleşmenin yürürlüğe girmesinden itibaren beş senelik bir sürenin sonunda ve Uluslararası Çalışma Örgütü Yönetim kurulunun aşağıdaki 31 inci maddede öngörülen raporunu hazırlaması sırasında Uluslararası Çalışma Örgütü her ne şekil altında olursa olsun yeni bir geçiş süresi tanınmaksızın cebri veya mecburi çalıştırmanın kaldırılması ihtimalini tetkik edecek ve Konferans gündemine bu konunun alınıp alınmaması hususuna karar verecektir."
Hem burada, hem de diğer maddelerde sık tekrarlanan bir husus var: Belirtilmiş olan izin verilen koşullarda uygulanan cebri ve mecburi çalıştırmanın mümkün olan en kısa sürede kaldırılması.
5371 sayılı kanun 2005 Haziran'ından beri yürürlüktedir. Geçen sürede kaldırılmamıştır ve kaldırılmasına dair bir hazırlık, kamuoyuyla paylaşıldığı kadarıyla, yoktur.
İncelememiz bu kadar.
Şimdi sormak isterim:
1) Taraf olduğu uluslararası sözleşmeye aykırı bir uygulamayı sürdüren bir devlet "hukuk devleti" vasfına haiz kabul edilebilir mi?
2) Yapılan kanunların yalnızca anayasaya değil, taraf olunmuş ve bağlayıcı hükümleri bulunan uluslararası sözleşmelere de uygunluğunu denetlemekle sorumlu olan Anayasa Mahkemesi, yukarıda sıralanan hükümler ortada dururken ve iki üyesi de bu uygulamayı "angarya" olarak niteleyip red oyu verirken nasıl olup da bu kanunun yürütmesinin devamına karar verebilmiştir? (ilgili karar bu linkten okunabilir)
3) Türkiye Cumhuriyeti, bu sözleşmeye taraf olarak uluslararası topluma ve kendi vatandaşlarına vermiş olduğu taahhütleri yerine getirmiş kabul edilebilir mi?
En temel haklarımı gasp eden ve hukuka uygun davranmayan bir ülkede yaşadığımı düşünürsem, haksız mı olurum sizce?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder