6 Şubat 2012 Pazartesi

Büyük bir yalan - II

Zorunlu hizmetle ilgili yanlış bilinen bazı şeyleri "Büyük bir yalan" isimli yazıda anlatmaya çalışmıştım. O yazı doktorların neden ve nasıl zorunlu hizmete gittiği üzerineydi. Bu yazıda o gidişin dönüşü nasıl olur, aslında nasıl olmaz, bunu biraz anlatmaya çalışacağım.


Zorunlu hizmet kaldırılırsa memleketin bazı bölgelerinde doktor kalmayacağı, oralardaki doktorların büyük şehirlere kaçacağı (çirkin bir fiil ama kullanılan bu, kusura bakmayın), özellikle de kamudan özel sektöre geçecekleri iddia edilir. 


Bu iddiayı doğru kabul edelim ve farazi doktorumuzun kaçış planını (veya bu planın imkansızlığını) inceleyelim.


Doktorumuz orta büyüklükteki illerimizden birinin bir ilçesindeki devlet hastanesinde çalışıyor olsun. Zorunlu hizmet eziyetinin kaldırılmasıyla özgür kalan kardeşimiz zorunlu hizmete giderken Ankara'da bıraktığı ve özel sektörde çalışan eşinin yanına dönmeye çalışıyor olsun (eşi özel sektörde çalıştığından mazaret kuralarına başvuramaz). Keyiften değil, mecburiyetten Ankara'ya dönmeye çalışan bu kardeşimizin başvurabileceği yollar nelerdir?


-Sağlık Bakanlığı'nda kurum içi atama
-Özel hastanelere geçiş
-Bir üniversiteye geçiş
-Muayenehane açmak




Şimdi bakalım bu yollar ne kadar taşlı.




1) Kurum içi atama


Doktorumuz kurum içi atamaya başvurduğunda Bakanlık kendisinin ne kadar hizmet puanı olduğuna bakacaktır. 1,5 yıllık zorunlu hizmeti ile topladığı puan böyle bir atama için yeterli olmayacaktır. Ankara'ya atanabilmek için gerekli puanı toplayabilmek için en az 4-5 sene daha bulunduğu yerde çalışmaya devam etmesi gerekecektir. 


Yani bu yolla "kaçmak" mümkün değildir, kontrol Bakanlık'ın elindedir.




2) Özel hastanelere geçiş


Bu da biraz zor. Şu anda ülkemizde özel hastanelerin hangi branşta kaç doktor çalıştırabileceğine Bakanlık karar vermektedir. Olur mu öyle şey demeyin, olur. Özel sektörde bir işverenin işini istediği kadar büyütebileceğini, istediği kadar çalışanı istihdam edebileceğini,  bunun serbest teşebbüs hakkının ayrılmaz bir parçası olduğunu düşünenlerden olabilirsiniz ama Türkiye'de bir özel hastane ise söz konusu olan, bu düşüncelerinizin gerçek hayatta bir karşılığı yoktur. Bir özel hastane yeni bir doktoru işe almak istediğinde Bakanlık'tan o kişiyi çalıştırmak için bir izin, yani aslında kadro istemek zorundadır. Bu iş öyle bir hal almıştır ki kimi hastaneler ellerindeki kadroları satışa çıkarmıştır, büyümek isteyen ama Bakanlık'tan kadro alamayan diğer hastaneler de bu kadroları (doktor istihdam etme hakkını) satın alır olmuştur (inanmayanlar olabilir, şu habere bir bakıversinler). Söz konusu olan büyük şehirler olduğunda var olan kadroların çoktan dolmuş olduğunu öngörmek zor olmayacaktır, yeni kadro da neredeyse verilmemektedir (Bunun nasıl bir nüfuz ticaretine yol açabileceğini de düşünmenizi isterim. Doğru bağlantılara sahip kişiler bu kadroları Bakanlık'a onaylatıp, doktoru çalıştırmayıp, yalnızca o kadroyu satarak para kazanabilir. "Oldu, bu da delili" diye gösterebileceğim bir örnek yok ama olması bana uzak bir ihtimal gibi görünmez). 


Yani bu yolla "kaçmak" da mümkün değildir, kontrol YİNE Bakanlık'ın elindedir.






3) Bir üniversiteye geçiş


Bu diğerlerinden de zor bir yoldur. Büyük şehirlerdeki üniversiteler genellikle uzun süredir faal olan ve kadroları zaten dolu olan kurumlardır. Norm kadro uygulamasına geçilmesiyle birlikte, üniversiteler hakları olandan daha fazla kişiyi istihdam eder gibi görünmeye başlamıştır. Bunu aşmanın yolu ya öğrenci sayılarını artırmak ya da öğretim üyesi sayısını azaltmaktır. Fiziki koşulların yarattığı sınırlar ve belli bir sayıdan sonra eğitim kalitesinin düşeceği gerçeği göz önünde tutulunca, yapılacak olanın kadroların azaltılması olacağı anlaşılır. Vefat veya emeklilik yoluyla öğretim üyelerini kaybeden bölümlere bile yeni kadro genellikle tahsis edilmemektedir. Bu kadroları düzenleyen YÖK'ün tıp fakültelerindeki istihdamı ve işgücü planlamasını yaparken Sağlık Bakanlığı ile işbirliği içinde olduğu bilinmektedir (şu habere bakınız). 


Bu yolla "kaçmak" da mümkün değildir, kontrol -dolaylı olarak da olsa- YİNE Bakanlık'ın elindedir.




4) Muayenehane açmak


Son yıllarda muayenehaneler genellikle tam gün çalışma çerçevesinde, özellikle de devlet hastaneleri ve üniversitelerde çalışan doktorlar ekseninde ele alınıyor olsa da orada kopan gürültü meselenin esas önemli yönünü gizlemektedir. "Başka hiçbir yerde çalışmayacağım" diyen bir doktor muayenehane açmak istediğinde de bu yine Bakanlık'ın iznine tabidir ve Bakanlık kolay kolay izin vermemektedir. Pek çok özel hastanenin, üniversite hastanesinin ve profesör/doçent ünvanlı  meslektaşlarının olduğu yerde hasta bulmasının zor olacağını bile bile Ankara'da muayenehane açmaya kalkışacak bir doktor büyük olasılıkla izin alamayacaktır. Alabileceği durumda da kontrol yine Bakanlık'ın elindedir.   




Yani bu yolla "kaçmak" da mümkün değildir, kontrol YİNE Bakanlık'ın elindedir.






Kısacası, farazi doktorumuzun eşinin yanına dönmesi, yine bir zamanlar diplomasını gasp edip onu zorunlu hizmete gödermiş olan aynı Bakanlık'ın elindedir. Dönemez o doktor, kalır orada. 




Görüleceği üzere Bakanlık bir doktorun çalışabileceği tüm kurum ve koşullar üzerinde doğrudan veya dolaylı bir kontrol yetkisine sahiptir. Bugün Türkiye'de her bir doktorun hangi işte, nerede çalışacağına karar veren tek otorite Bakanlık olmuştur. Hal böyle iken, zorunlu hizmet kaldırıldığında, doktorların hızla memleketin bazı bölgelerini terk edip büyük şehirlere, özellikle de özel hastanelere akın edeceğini iddia etmek ya meseleye dair yukarıda sıraladığım hususları bilmemektir ya da BÜYÜK BİR YALAN söylemektir. 


Yarın zorunlu hizmet kaldırılsa ve yukarıda sıraladığım gayet zor yollardan herbirinden yararlanabilecek biner doktor çıksa bile yer değiştirecek doktor sayısı en fazla dört bin olur (çok iyimser bir tahmin oldu bu, yarısına da razıyım ben). Yüz binden fazla doktorun çalıştığı, bunun üçte ikiden fazlasının kamuda çalıştığı bu ülkede yüzde beşe bile denk gelmeyen böylesi bir değişikliğin sistemi aksatmasının mümkün olmayacağını öngörmek zor olmasa gerek.




O zaman Sağlık Bakanlığı'na sormak gerek:


Kaldırıldığında sistemin aksamasına sebep olması mümkün görünmeyen, taraf olduğumuz uluslararası anlaşmalara aykırı olan ve bir insan hakları ihlali olan zorunlu hizmet uygulamasını neden sürdürüyorsunuz?





1 yorum:

Beğendiyseniz paylaşabilirsiniz, maksat söz yayılsın.