Başladık madem, bu mecburi hizmet macerasını anlatmayı tamamlamak gerek. Blogu takip edenler biliyor maceranın başını, bilmeyen veya hatırlamak isteyenler için hikayem böyle başladı:
1. kısım: Safahat veya sehven
2. kısım: Nerede kalmıştık?
İlk kısmı bir bürokrasi komedisi olan hikayemin ikinci kısmı sürprizlerle doluydu. İnsan, 19 ay önce çekmiş olduğu kuranın hala geçerli olmasını beklemiyor tabi. Neyse, en son kaldığımız yer 16 Haziran 2011; Harran Üniversitesi beni atayabilmek için ihtiyaç duyduğu kadroyu YÖK'ten istemek üzere yazı yazmıştı.
Malum, bu ülkede yazları işleri biraz yavaşlar. Özellikle birkaç üyeli kurulların toplanıp alması gereken bir karara kaldıysa işiniz, eyvahlar olsun. Her hafta o kurulun üyelerinden en az biri yıllık izninin bir kısmını kullanmak üzere izinli olduğundan kolay kolay toplanmaz o kurul; sair zamanda haftada bir toplanan heyetin bir araya gelme sıklığı ayda bire kadar düşebilir (Nereden biliyorsun diyenler olabilir: Asistan Temsilcisi sıfatıyla iki yıl boyunca Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Yönetim Kurulu ve Fakülte Kurulu toplantılarına katıldım, tecrübe oradan).
O yazının Urfa'dan Ankara'ya gelmesi ne kadar zaman aldı bilemiyorum. Genel evraktan giriş yapmıştır önce, sonra Harran Üniversitesi'nin işlerini yapan arkaşın masasına. Sonra onun yazdığı üst yazıyla kadroyu onaylayacak olan kurulun gündemine alınmıştır. Sonra da beklenmeye başlamıştır kurulun toplanacağı gün.
Bütün bu işler kaç gün almış olabilir diye soran arkadaşlara önerim beklentilerini küçük tutmamalarıdır. Kurul 3 Ağustos 2011'de toplanmış ve kadroyu onaylamış, Urfa'ya yazı yollanmış (o tarihte ben bunu bilmiyordum).
Tüm bu sürede ben sabırsızlıkla bekliyordum. Sık sık Urfa ve YÖK'ü arıyordum ama kimi zaman telefonu açan olmuyordu, diğerlerinde de beklediğim haberi alamıyordum. En geç temmuz sonunda hallolur dediğim iş ağustos ortasında hala hallolmamıştı. 15 Ağustos 2011'de, yani son maaşımı almamdan tam 7 ay sonra dayanamadım ve YÖK'e gittim. Harran Üniversitesi'yle ilgilenen arkadaşın odasına gittiğimde bana söylenen "kendisinin az önce çıktığı" oldu. Yan masadaki arkadaş bir gayret yönetim kurulunun yakınlardaki karar metinlerini gözden geçirmeye başladı, ben de bağırmaya başlamak üzereydim ki, tam o anda telefonum çaldı.
Rastlantının iğne deliği işte, tam ben YÖK'teyken Urfa'daki arkadaşlar aradı ve atamamın yapıldığını, 15 gün içinde göreve başlamam gerektiğini söylediler. Telefonu kapatıp görevlilerin odasına döndüğümde 3 Ağustos 2011 tarihli kadro onayı kararını gösterdi bana arkadaşlar.
Kuramın çekilmesinden tam 21 ay sonra artık göreve başlayabiliyordum.
O hafta elimdeki çeviri işini tamamlayıp teslim etmem gerektiğinden gidemedim, 21 Ağustos 2011 pazar sabahı, 12 saatlik otobüs yolculuğunun ardından Urfa'ya vardım. Ertesi sabah 8:30'da Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi'ndeydim. Farmakolojinin iki zorunlu hizmet kölesinden biri asker arkadaşım olduğundan ilk iş onun yanına gittim, hem dekanlık nerede öğrenirim dedim. O kadar arayacak bir durum da yokmuş aslında. Giriş katı Nükleer Tıp'a tahsis edilmiş olan dört katlı bina zaten fakültenin büyük kısmını oluşturuyordu. Alt katlarda yazın boş olan derslikler, laboratuvarlar filan var. 2. ve 3. katlarda bir koridorun iki yanı boyunca sıralanmış odalar öğretim görevlilerine ait. Öyle ayrı ayrı yerleri olan departmanlar filan da beklemeyin. Soner odasını pediatriden bir doçentle paylaşıyordu, diğer farmakolog arkadaşın oda arkadaşı da histologdu galiba. 4. ve son katta da personel dairesi, fakülte sekreteri, dekanlık vb. vardı. Soner'in yanında fazla oyalanmadan hemen oraya çıktım. Verdim gerekli evrakı ve aylar sonra yeniden bir iş sahibi oldum.
Ve yarım saat sonra da istifa ettim.
O kadar zaman işsiz kalınca bir cesaret geliyor insana. İki ay daha sıkayım dişimi, bir yol bulunur geçinirim be; bir kuraya daha gireyim, belki Ankara çıkar diye düşündüm. Maceranın yeni bürokratik parodisi de burada başladı. Ertesi hafta 9 günlük bayram tatili vardı, resmi daireler tekrar açıldığında tarih 5 Eylül olacaktı ve ilk kuraya girebilmek için gerekli belgeleri en geç 9 Eylül'de teslim etmiş olmam gerekiyordu. 22-26 Ağustos 2011 arasındaki o beş günde istifamla ilgili tüm işlemlerin tamamlanması ve ilgili yazının Sağlık Bakanlığı'na yollanması gerekiyordu.
Önce Dekanlık, Personel Dairesi'ne bildirdi istifamı. Personel Diaresi bir üst yazıyla Rektör Bey'in onayına yolladı istifamı. Elden takip ederek pazartesi öğleden sonra tamamladım bunları. Sonra iki tam gün boyunca bir imzayı bekledim. Rektör tarafından imzalanmış belgeyi almam perşembe sabahını buldu. Sonra Personel Dairesi bu kez Dekanlık'a yazdı istifamın kabul edildiğine dair. Dekanlık da bana bir yazı verdi, istifa ettiğimi belirten. Aklı başında bir sistemde bu yazının yeterli olması gerekir ama öyle değil. Bakanlık, doğrudan kendisine hitaben yazılmış ve atamamın hangi kanuna göre yapıldığını belirtir bir yazı istiyor çünkü.
657 Sayılı Kanuna göre atanmış olsam, isitfa etmem halinde 6 ay devlet memuriyetine tekrar başvuramama hükmü var, dolayısıyla kuraya da giremezdim. Öte yandan, ben 2547 Sayılı Kanunu'nun 33/b maddesi uyarınca atanmıştım ve istifa ettiğimde hemen kuraya girebiliyordum. Bakanlık, kendisine yazılann yazıda bu ayrıntının belirtilmesini istiyordu. Mesele bunu anlatacak bir yazı yazdırmaktı. Tüm bu koşuşturma boyunca karşıma çıkan insanlar içinde yardım etmek için en çok gayret eden insan olan Fakülte Sekreteri Necmettin Bey yetişti burada imdada. Tam Bakanlık'ın isteyeceği gibi bir yazı yazdık birlikte, sonra Personel Diaresi'yle görüştü, beni oraya yolladı, oradaki arkadaşlar da noktasına dokunmadan o şekilde yazdılar Bakanlık'a gidecek yazıyı. Sonra yazı tekrar Rektör Bey'in önüne gitti imza için ve ben ömrümün en kötü gecelerinden birini geçirdim. Rektör Bey cuma sabahı yazıyı imzalamaz da iş bayram tatili sonrasına kalırsa diye korka korka sabahı ettim. Her şey yolunda giderse gireceğim kura ekimdeydi, yetişmezse gireceğim ise aralıkta; bu da fazladan 2 ay işsizlik-maaşsızlık demek oluyordu. Ertesi sabah Rektör Bey yazıyı imzaladı. Genel evraktaki arkadaşlarla konuştum, parasını ben verdim ve iadeli taahhütlü posta yerine kargoyla Bakanlık'a yollanmasını sağladım belgenin. Postaya verilmeden önce de "aslı gibidir" onaylı 2 kopyasını yaptırdım ve elimde bu belgelerle Ankara'ya döndüm.
Bayram tatili geldi geçti, oldu günlerden 5 Eylül 2011. Dilekçemi evde hazırladım, aldım belgeleri, gittim Bakanlık'a. Ben Bakanlık'a vardığımda zorunlu hizmet işlerine bakan memur hanımların ikisi de yerinde yoktu. Biri yıllık izindeymiş, diğeri de işe 09:45'te geldi. Dilekçe ve yazının girişini yaptırdım Genel Evrak'ta, elden teslim alamadım, yarım saat sonra onlar Personel Dairesi'ne yolladılar. Her şeyin ters gitmesine alıştığımdan emin olamıyorum elbette başvurunun kabul edileceğinden. Memur Hanım aldı beni, müdüre götürdü, müdür baktı belgelerime 10 saniye ve karar verdi. Kuraya girebilir. Memur Hanım aldı belgeleri, kuraya gireceklerin yanına koydu. Aylar süren koşturmacadan sonra artık tekrar kuraya girebileceğim söylenmişti, daha ne olsun (!)
Sonra ben bir hafta sabırsızlıkla bekledim kuraya gireceklerin isim listesinin internette yayınlanmasını. Öyle alışmışım ki işlerin ters gitmesine, 12 Eylül 2011'de listeler yayınlanana kadar içim rahat etmedi; emin olamadım kuraya gireceğimden. Listede adım vardı, kuraya kabul edilmiştim. Benimle birlikte kuraya girecek bir farmakolog daha vardı.
Sonra yeniden başladı bekleme günleri. Yeni sorumuz şuydu: Nereye kadro açılacak acaba?
Bakanlık kadroların açıklanacağı tarihi 4 Ekim 2011 olarak ilan etmişti. O gün sabahtan akşama kadar bilgisayar başındaydım, bir türlü açıklanmadı liste. Açıkladıklarında saat gecenin onu olmuştu. Ertesi gün tercihlerimi yaptım, çıktısını aldım, notere onaylattım ve Bakanlık'a yolladım kargoyla.
Kuraya 60 saat kadar var şu anda. İki ihtimal var:
1) İlaç ve Ezcacılık Genel Müdürlüğü - ANKARA
2) Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi - AFYON
Ankara çıkarsa 15 güne kalmaz işim, önümüzdeki ay maaşım olacak; tam 10 ay sonra tekrar maaş. Afyon çıkarsa Urfa için yaşanana benzer bir süreç tekrar yaşanacak, atanmam iki ay kadar alacak; ilk maaşımı da Ocak 2011'de alırım artık, son maaşımdan tam bir yıl sonra.
Heyecan, stres, öfke, endişe karışımı, tarif etmesi zor bir his içinde bekliyorum kurayı.
Ben kurayı beklerken Bakanlık'ın yeni sürprizini de öğrendik ama o konu başlı başına, uzunca bir yazıyı hak ediyor. Bundan sonra mecburi hizmet senedi imzalayacak ve istifa edersek, o güne kadar aldığımız maaşları iade edecekmişiz (!) Akşam gazetesinin haberine göre.
Bu anlattıklarım kura aşaması yalnızca. Afyon çıkarsa zorunlu hizmetin neye benzediğini de anlatırım size. Yok eğer Ankara çıkarsa, 657'ye tabi olacağımdan bu tarz açıklamalarda bulunmam yasak olacak; o zaman anlatamam.
Şans dileyin, dua edin. Ankara olur da, hayatım tekrar yoluna girer belki.
Not: "Bu kadar uzun anlatmana gerek yoktu, çok uzatmışsın" diyen arkadaşlar olabilir. Biraz kendi kişisel tarihime not düşmek adına bu kadar ayrıntılı yazdım, biraz da kazara aynı yola düşen arkadaşlara bir Kullanma Kılavuzu olması niyetiyle.
Gecikmeli not:
Böyle bir hikaye mutlu sonla bitecek değildi elbette. Afyon'u çektim. 13 yıldır yaşadığım Ankara'yı, dokuz buçuk yıldır yaşadığım evimi ve evlenmeyi planladığım, çok sevdiğim o güzel kızı bırakıp gitmem gerekiyor.
Ne mi hissediyorum? Tarif edemem. Hissettiğim şeyi tarif etmek etmek için öfke çok zayıf bir sözcük. Ölene kadar, bu ülkenin bana ne yaptığını unutacak değilim.
11 Ekim 2011 Salı
1 Ekim 2011 Cumartesi
Cemiyet dersi
Ece Ayhan'a en derin saygılarımla,
Ceza kanununda yazmayan kimi suçları, bırakın mahkemeleri, tarih bile yargılamaz.
Ve bu suçların müştekisi olması gerekenler, oturur kalırlar sanık sandalyesinde.
Çünkü devletin var olmadığı yerlerde ve zamanlarda bile cemiyet, her zaman mevcut ve müddeidir.
Gençlik hayalleriyle hayat planları arasında bir yerlerde kalan belli belirsiz düşünceler hem dava sebebidir, hem de o sanığın ayağında prangadır artık.
Cemiyet dersi, konu 1:
Cemiyet "ol" deyince, olunur.
Başka derslerin örnek öğrencisi olarak gösterilen kimi gençler bu dersi kaçırırlar. Er geç gelir, dikilir karşılarına cemiyet dersinin bütünlemesi.
Bu mahkemenin hakiminin eti kemiği yoktur, hayatın akışı deyiverirler genelde kendisine.
Genelde geç gelen adalet bu davada fazla oyalanmaz, gelir.
Hüküm genelde bir devlet dairesinde memuriyettir.
Bu nedenle Raif Efendi, o güzel adam, hem kardeşimiz hem mahpus arkadaşımızdır.
Cemiyet dersinde en ön sıraya oturup parmağını hiç indirmeden "öğretmenim, öğretmenim" diye bağıranlardan bir veya birkaçını, şef veya müdür sıfatıyla, dikerler mahkumun başına gardiyan olarak. Şeref listesine girmeyi marifet bilenlerin aptal ve mağrur ifadesi yüzünden hiç gitmeyen bu zevat size kabahatinizin ne olduğunu hatırlatmayı görev bilir.
Not: Zorunlu hizmet işlemlerimi yapmak için gittiğimde, "ya işlemler yetişmezse" kaygısı içinde, kampüste bir bankta oturmuş, atılması 2 gün sürecek bir imzayı beklerken yazdım bunları. Yalnızca iyi bir insan olmaya çalışmanın ve işini yapmanın sağ kalmaya yeteceğini zanneden gençliğimin gecikmiş bir serzenişi olarak da okunabilir. Kendisinden olmayanı yaşatmayan, vahşi ve dev bir hayvana benzeyen cemiyeti idrak etmekte geç kaldım. Bu saatten sonra o benden razı olmaz, ben de ondan razı değilim. O mühim dersi kaçırıp yaltaklanmanın ve mensup olmanın önemini zamanında kavrayamadığından, kamera önlerinde "orası da vatan toprağı" denilen ve kameralar kapanınca "Allah yolumuzu düşürmesin"lerle anılan yerlerde hizmete yollanan ve gittiğinde cemiyet dersinin yıldızlı pekiyili öğrencilerinin yollarının oraya hiç düşmediğini keşfeden, torpilsiz kardeşlerime selam ederim. Yanlış derslere çalışmışız.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)