14 Nisan 2011 Perşembe

Safahat veya Sehven

Geride kalan bir yılın en moda sözcüklerinden biri oldu "sehven". Özellikle hukuki metinlerde sıkça karşılaştığımız ifade, yanlışlıkla anlamına geliyor. Her gün haberleri işgal eden bir soruşturmada sehven yapılan işler yetmezmiş gibi son bombayı ÖSYM başkanımız patlattı. Şifre şüphesiyle ilgili açıklamalara da yer verdiği öğrencilere gönderdiği mektupta, gerçekten de böyle bir şifrenin var olduğunu ancak bunun sehven ortaya çıkmış bir durum olduğunu, bundan herhangi bir grubun fayda sağlamadığını ifade eden Başkan yüreklerimize su serpti (!). Başında oturduğu kurumun en ufak yanlışlığa dahi tahammül gösterilmeyecek bir iş yapmakta olduğunu kendisine açıklamanın bir yolunu bulmalıyız millet olarak, belki o zaman istifa eder.

Sehven yaşanılan bu memlekette benim kendi "sehven" maceramı anlatmak bu yazının amacı. İnsanı güldürmeyen Levent Kırca skeçleri tarzındaki bürokratik maceramın kıymetli karilerimi eğlendirmese bile sıkmaması dileğiyle...

01.09.2009 tarihinde sınava girerek "Tıbbi Farmakoloji Uzmanı" oldum. Kanun gereği Hacettepe Üniversitesi bu durumu derhal Sağlık Bakanlığı'na bildirdi. Bakanlık da beni 12.11.2009 tarihinde yapılan 29. Dönem Devlet Hizmet Yükümlülüğü (DHY) kurasına katılacak uzman doktorlar arasında ilan etti (ilk kurada kimse size "şu anda kuraya girmek istiyor musun" diye sormaz, otomatik olarak kuraya dahil eder sizi Bakanlık). Kurada, Harran Üniversitesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı çıktı bana.

Kuradan birkaç gün sonra yayınlanan ve tebligat olarak kabul edilen listede adım yoktu. Bakanlık'a gittiğimde yayınlanan listenin yalnızca Bakanlık'a bağlı kurumlara atananları kapsadığını, üniversite kurası çektiğimden  atamamı YÖK'ten takip etmem gerektiğini, o kısımdan Bakanlık'ın sorumlu olmadığını öğrendim. YÖK'ü aradığımda Harran Üniversitesi'nin işleriyle ilgilenen arkadaşla görüşmem gerektiği söylenerek kendisine yönlendirildim. Sonraki bir ay içinde, bir yandan askerlik işlemlerimi takip ederken sık sık YÖK'ü aradım ama Harran Üniversitesi'yle ilgilenen görevli bana yazımla ilgili bir gelişme olmadığını söyledi. Ben de göreve başlayamadığımdan 01.02.2010 itibariyle askerlik hizmetimi yapmaya başladım, artık 1 yıl boyunca mecburiyi düşünmek zorunda değildim. Normal koşullarda verilen süre içinde göreve başlmayanlar müstafi sayıldığı ve 1 yıl süreyle kuraya alınmadığından aynı kuralın benim için de işletileceği ve askerden döndükten sonra tekrar kuraya girmek zorunda olacağımı düşünüyordum.

Sonra askerlik bitti. 01.02.2011'de askerliği bitmiş bir doktor olarak kura için ne yapmam gerektiğini düşünmeye başladım ve Bakanlık'a gittim. Bakanlık'taki memurlar bana ellerinde benimle ilgili hiçbir bilgi olmadığını, göreve başlamamla/başlamamamla ilgili onlara bir bilgi gelmediğini, bu durumda kuraya başvuramayacağımı, YÖK'e gidip durumu açıklığa kavuşturmam gerektiğini söylediler. 

Hikayemizin benim için ilk dumur anı burası. Kendine personel sağlamak için mecburi belasını başımıza açan, mezun olur olmaz diplomaya el koyup bizi kuraya sokan Bakanlık bu işteki tek sorumludur diye bilirdim, yanılmışım. Kura ve atama iki ayrı iş olarak ele alınıyormuş. Sağlık Bakanlığı kurayı düzenledikten sonra kendisine bağlı kurumlara atanacaklarla ilgili işleri takibe  devam ederken (göreve başlayıp başlamadığını kontrol edip, başlamayanları tespit ediyorlar, onları müstafi sayıp kuraya girememe sürelerini başlatıyorlar), üniversitelere gideceklerle ilgili hiçbir sorumluluğu yokmuş, o iş YÖK'e aitmiş. Soracak bir sorunuz varsa, Bakanlık "ben bilmem, YÖK'üm bilir" dermiş.

(Not: Hikayenin burasında ben Bakanlık'ça el koyulmuş olan diplomamın dürülüp rulo haline getirildikten sonra nasıl kullanılabileceğine dair fikirler geliştirmeye başlamıştım bile)

Ben de kalktım YÖK'e gittim çaresiz. Harran Üniversitesi'yle yazışmaları yapan memuru buldum, yazışmanın yapılmış olması gereken tarih aralığı ilgili bilgi verdim, koca bir klasör indi dolaptan, belgeleri taramaya başladık (geçen sene o dönemde bu işlere bakan kişi değişmiş, yeni memur yazışmama dair bir şey hatırlamıyordu doğal olarak). Farmakolojiye benden önce atanan kişiyle ilgili bir yazı, benim atanmamdan sonra atanmış olması gereken bir sonraki kuradan bir kişiye ait bir yazı ama benim adıma yazılmış bir yazı yok. Benimle aynı kurada Harran Histoloji'ye atanan bir kişiye ait bir yazı var ama benimki yok. İşte o yazının ekinde hikayemizin "sehven" faslı başladı. Memur arkadaş "doktor bey bu yazının ekinde atananlar listesi var ama siz orada Hacettepe'ye atanmış görünüyorsunuz" dedi, baktım, haklı, 18.11.2009 tarihli yazının ekindeki listede adımın yanında büyük harflerle, kocaman Hacettepe Üniversitesi yazıyor. Kuramı Harran'a çeken Bakanlık, bunu atamamı yapacak olan YÖK'e Hacettepe olarak bildirmişti. Benim Harran'a bakan memurdan bilgi almaya çalıştığım onca zaman boyunca yalnızca bir kaç oda ileride bir memur benim yazımı Hacettepe'ye yollamakla meşguldü. 

Hemen Hacettepe işlerine bakan kişiye gittim, dosya indi, arandı ve yazı bulundu. 11.12.2009'da YÖK Hacettepe'ye "adı geçenin atamasının yapılarak görevine başlayış tarihinin Sağlık Bakanlığı'na bildirilmesi hususunda..." diye biten bir yazı yollamıştı hakkımda. Şaka burada da devam ediyordu. Bu yazının eki olarak kura listesine ait bilgisayar çıktısı da yollanmıştı, oradaysa adımın yanında gayet açık şekilde Harran Üniversitesi yazıyordu. Bu yazıyı alan ve ekiyle uyumsuzluğunu gören Hacettepe Üniversitesi "sehven bize yazılmış" hükmüne vararak hiçbir işlem yapmamaya karar vermiş. Bana, YÖK'e veya Bakanlık'a  bu konuda bilgi verme gereği de duymamış. Harran'a da YÖK'ten herhangi bir yazı gitmediğinden onlar da işlem yapmamışlar. Yani benim atamamın yapılmadığını Bakanlık'a bildiren kimse olmamış, prosedür bir sonraki aşamaya geçememiş.

Elimde yaptıkları hatanın belgesi olan yazıların fotokopileriyle tekrar Bakanlık'ın yolunu tuttum. Bütün saçmalığı başlatan kendi memurlarının "sehven" beni Hacettepe'ye atanmış gösteren yazısı değilmişçesine Bakanlık'taki görevli bana "YÖK'tekilerin hatası bu, yazıyla kura listesini karşılaştırmaları gerekirdi" deyiverdi. O zaman adama sormazlar mı, sizin memurunuzun da aynı kontrolü yapması gerekmez miydi diye. Bir süre bu meseleyi, giderek yükselen karşılıklı öfke eşliğinde tartıştıktan sonra, ne yapmam gerektiğini sorup işe koyulmamın daha iyi olacağına karar verdim. Harran'dan atamamın yapılmadığına dair bir yazı getirirsem kuraya girebilirmişim.

Ben de bu kez Harran'ı aradım (3. kapı!!!). Personel Diaresi'ndeki memur haklı olarak kendilerine hitaben yapılmış bir yazışma olmadığından Bakanlık'a cevaben bir yazı yazamayacaklarını ancak uygun bir dilekçe yollamam halinde adıma yazılmış, atamamaın yapılmadığını belirtir bir bilgilendirme yazısı hazırlayabileceklerini söyledi; ben de kabul ettim mecbur olarak. İlgili yazışmaları ve dilekçemi onlara faksladım, onlar da birkaç gün sonra bana yazıyı. 11.03.2011 tarihinde bu yazı eşliğinde 38. Dönem DHY kurasına katılmak istediğimi bildirir dilekçemi Bakanlık'a sundum (ilk seferde otomatik olarak kuraya alınıyoruz ama sonrakiler başvuru gerektiriyor).

Böylece en kritik hafta başlamış oldu. 38. Dönem kurasına girebilmek için 18.03.2011'e kadar belgeleri tamamlayıp başvurmuş olmak gerekiyordu. Sabırsızlıkla verilecek kararı beklemeye başladım ve bakanlık başvurumu reddetti. Doğrudan Bakanlık'a hitaben yazılmış bir yazı getirmem gerekiyordu, gitiridiğim yazı iş görmüyordu. Bunun olması için de bir sene önce yapılmış olması gereken yazışma zincirinin en baştan başlatılması gerekiyordu ve ilk halka olan Bakanlık'ın YÖK'e yazısı 15.03.2011 tarihini taşıyordu. 4 iş günü içinde Bakanlık YÖK'e, YÖK Harran'a, Harran da Bakanlık'a yazarsa kuraya girebilecektim.

Elbette giremedim, yazı yetişmedi. YÖK yazıyı 18.03.2011'de hazır edebildi, sonra Harran Bakanlık yerine doğrudan YÖK'e yazdı, şimdi YÖK'ün Bakanlık'a yazması aşamasındayız. O yazı da yazılınca ben dilekçemle birlikte 39. Dönem DHY kurasına başvurabileceğim. 

Safahatımın sonuna geldik. Böylece kanuna "DHY yerine getirmeyenler mesleklerini icra edemezler" hükmünü koyarak başka bir işte çalışmama set çeken devlet, yazışmalardaki üstün ciddiyetiyle beni "sehven" en az 2 ay daha işsiz bırakmış oldu. Evde oturup çeviri yapıyorum; kirayı, harçlığı denkleştiriyoruz hamdolsun. Bir şey aklıma takılmıyor değil ama:

Fazladan iki ay işsiz kalmamdan kaynaklanan maddi ve buna bağlı olarak benim ve yakınlarımın yaşadığı stresten kaynaklanan manevi hasar için tazminat davası açacak olsam kime açmam gerek? Bu hikayede benim muhatabım kim?


Tıp fakültesinde öğrendiğim şeylerden biri hayatın devamlılığını sağlayacak biyokimyasal dengenin oldukça güç olduğu, olasılık açısından bakarsak ölümün yaşamdan daha muhtemel olduğudur; yani aslında şans eseri yaşıyoruz. Bizim memleket de o hesap, sehven yaşıyoruz. Hatalarını anlasalar da, ölsek de kurtulsak.


Kıssadan hisse:

1) Mecburi kurasında üniversite çeken doktor kardeşim, bakanlığa boş yere başvurma, bel bağlama. Onlar yalnızca kurayı çekip gerisine boş veriyor, işini YÖK'ten ve mümkünse elden takip etmen gerekmektedir.

2) Devlet ciddiyeti, tek boynuzlu at (unicorn) veya sentor gibi bir şeydir; bir şeye ad verilmesi onun gerçekten var olduğu anlamına gelmez.



Not: Bu maceranın ikinci kısmı burada

2 yorum:

  1. "Sehven yaşıyoruz" muhteşem tabir olmuş. Eline sağlık. Ayrıca yazı, toplamda, Aziz Nesin parodisi gibi, güzel.

    YanıtlaSil
  2. Merhaba,

    Size, sebebi ne olursa olsun, yapilan haksizligi empati yaparak ve uzuntu ile takip ediyorum. Bu baglamda, Turkiye'deki extra sacmaliklar hakkinda olanlar yaninda, birey-devlet iliskisi uzerine olan dusuncelerinizi de eminim gozden gecirmissinizdir. Bu noktada "memurluk" olgusunu da sorgulamak gerekiyor.

    Yazik ki "Turkiye'den kurtulmak", bunu en azindan belli bir noktaya kadar yapmamis bireyler tarafindan, haksizliklardan, sacmaliklardan ve idiocracyden de kurtulma umudu olarak goruluyor. Bu umuda sahip olanlar arasinda 6 yil onceki ben de mevcut idi... Turkiye disinda gecirdigim sure boyunca yasadiklarim bana ogretti ki yukarida anlattiginiz ve benzeri olmayan haksizliklar daha fazla gelismis ulkelerde de mevcut. Bunun muhtemel sebepleri arasinda bireylerin bencilligi, entelektuel yetenek eksiklikleri ve(ya) haddini bilmezlikleri var.

    Yasadiklariniza benzemez fakat en az o kadar sacma ve adaletsiz uygulamalara maruz kalmis bir birey olarak size Mitleid (lutfen bu kelimeyi "acima" olarak tercume eden sozluklere itibar etmeyiniz) duyuyor, kendimi bu kontextte sizle ozdeslestiriyorum.

    PS. 13. paragrafta verilen "18.11.2011" tarihi dogru olmayabilir.

    Hosca kalin,

    Sinan Korkmaz

    YanıtlaSil

Beğendiyseniz paylaşabilirsiniz, maksat söz yayılsın.