11 Ağustos 2011 Perşembe

Bildiğiniz gibi değil

Devletimiz bugün yine kuruyor köle pazarını; alan da kendisi, satan da. 40. Dönem Devlet Hizmet Yükümlülüğü kurası bugün sabah saatlerinde yapılacak. Yine yüzlerce pratisyen ve uzman hekim diplomalarına/mesleklerine kanun zoruyla el koyulmak yoluyla devlete köle edilecekler.

Bu vesileyle zorunlu hizmet hakkında yanlış bilinenlere derli toplu değinmek istedim.

Yanlış 1) "Bir tek siz misiniz arkadaşım giden? Hakimler, öğretmenler de gidiyor." meselesi

Doğrusu: 
Evet, onlar da gidiyor ama diplomalarına el koyulmuyor. Hukuk fakültesini bitiren bir kardeşimiz isterse ömrü boyunca devlet memuriyetine girmeyebilir. 
Der ki: benim hayatım burada kardeşim, bırakıp gidemiyorum. Bir hukuk bürosuna girerim, ne kazansam bana yeter. 
Veya istediği, kendisinin karar verdiği bir zamanda girer devlet memuriyetine.
(Öğretmenler için de benzer bir senaryo yazılabilir)

Doktorlar için öyle değil. Biz ne zaman devlet memuriyetine gireceğimize, hatta girip girmeyeceğimize karar veremiyoruz. Mezun olduğumuzda, uzmanlığımızı aldığımızda belgelerimiz hemen bakanlığa gidiyor, oraya ulaşır ulaşmaz da hemen, ilk kuraya dahil ediliyoruz. Gidip göreve başlamazsak bir yıl memuriyetten men, başlar istifa edersek 6 ay. O arada kuraya da giremiyoruz tekrar. Tekrar kuraya girip memuriyete başlanana kadar geçen süre de zorunlu hizmete ekleniyor, orijinal sürenin iki katını aşmayacak şekilde. 550 gün oluyor 1100 gün. 
O arada TUS'a YDUS'a girdin, Sağlık Bakanlığı'na bağlı bir eğitim araştırma hastanesini tercih edemezsin, çünkü memur olamıyorsun. Yalnızca üniversite hastaneleri kalıyor elinde.

"Ben gitmeyeceğim, girer bir yerde çalışır, ekmeğimi kazanırım" da diyemezsin hukuk fakültesi mezunu kardeşimiz gibi çünkü kanun hükmü açık: Devlet hizmet yükümlülüğünü yerine getirmeyenler mesleklerini icra edemezler. Önce zorunlu hizmeti tamamlayıp, diplomayı devletin elinden kurtarmadan başka bir yerde çalışamayız. Doktor sıfatıyla imza atamaz, muayene yapamaz, reçete yazamayız. Suçtur bunları yapmak.

Siz hiç "bir gün bile devlet için çalışmamışsın, burada avukatlık yapamazsın, yasak, suç" denilen bir hukuk fakültesi mezunu gördünüz mü?

Yanlış 2) "Devletin parasıyla okudunuz, bu ülkeye borcunuz var, ödeyeceksiniz" meselesi

Doğrusu:
Buna birinci itiraz şudur: Devletin parasıyla okuyan bir tek biz miyiz? Devlet üniversitesinden mezun olan mühendislere, mimarlara, diş hekimlerine, avukatlara da zorunlu hizmet var da ben mi bilmiyorum? Ne oldu eşitlik ilkesine? Onlar bizden "daha eşit" galiba. 

Hadi devlet üniversiteleri için bu saçmalığı kabul ettik diyelim, vakıf ünivesiteleri ne olacak? Parasını verip vakıf üniversitesinde tıp fakültesi okumuş pratisyen çocuk da aynı kanuna ve muameleye tabi; o hastaneden uzmanlık veya yan dal eğitimi alan hekimler de. Onlar da mı borçlu?


Yanlış 3) "Fakülteye/uzmanlığa başlarken biliyordunuz, yazmasaydınız" meselesi 

Onu daha önce uzun uzun anlatmıştım, ilgilenenler buradan okuyabilir. 




Not: Aklıma gelenler bunlar. Unuttuklarım varsa yorumlar kısmında hatırlatan olursa eklerim veya aklıma gelirse yazarım.



      

5 Ağustos 2011 Cuma

Dalgınlık? Düşüncesizlik? Vicdansızlık?


GSM operatörlerimizden biri yeni bir reklam yapmış. Yeni kampanyaları nedeniyle telefonu elimizden düşüremeyecekmişiz. Yo, hayır, elimizden değil, kolumuzdan düşüremeyecekmişiz. Reklamda işine gücüne devam ederken, halay çekerken protez üçüncü kollarıyla, ara vermeden cep telefonuyla konuşan insanlar var. Ciddi misiniz siz? Anladık, aklınız işlerle fazla meşgul ama vicdan da mı kalmadı içinizde bir yerde? Hayatını sürdürebilmek için o protezlere mahkum kalmış, kimisi o proteze verecek parayı dahi bulamayan binlerce insanın olduğu bir ülkede bu reklamı akıl eden arkadaşınıza “Delirdin mi sen? O insanlardan utanmıyor musun?” diyecek bir kişi yok muydu o reklama karar verenler arasında?

Her reklam kuşağında görüyoruz, beş reklamdan biri GSM operatörlerinden birine ait; belli ki, rekabet yoğun. Bütün bu reklamları sık sık yenilemek, sürekli yeni fikirler üretmek de işi yüklenen reklam ajansına büyük yük, o da belli ama bunlar insan olmaya dair en temel değerlerimizi devre dışı bırakmayı gerektiriyor mu gerçekten? İçinizde bir yerde “yüksek hızda yeni reklam üreten fikir makinesi”nin ötesinde “incitmemek” fikrini aklından hiç çıkarmayan bir insan kalmadı mı gerçekten?

Ne olacak şimdi? Yarın tepki geldiğinde, hiçbir şey olmamış gibi reklamı yayından  mı kaldıracaksınız? Unutulup gitmesini mi bekleyeceksiniz? Belki de, tepkiler çok artarsa, mali güçlük içindeki birkaç engellinin protez edinmesini sağlarsınız, bir sosyal sorumluluk projesi olarak (!) Vicdanların üzerindeki kalın katran tabakasını temizleyecek en güçlü kimyasal çözücü para mı olacak yine?

Bu ülkenin engellileri, onlar sanki yokmuşçasına  tasarlanmış binalarda, okullarda, otobüslerde yaşamaya uğraşıyorlar. Onları yok sayan bir hayat kurgusunun içinde kendilerine bir yer açmak çabası içindeler. Doktor, diplomat, memur, temizlik işçisi olarak aramızdalar; daha doğrusu, aramızda olmanın kavgasını veriyorlar her gün. Göstermek zahmetine katlanmadığınız nezaketten çok daha fazlasını hak ediyorlar; engelli olduklarından değil, yalnızca hepimiz gibi insan oldukları için.

Soruyorum: Bu ayıptan geri adım atacak mısınız? Gerçek bir özür gerekmez mi?

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Ortalama, ortanca, oyalamaca - I

Türkiye'de en şaşırdığım şeylerden biri pek çok meselenin iktisadi temelinden bağımsız tartışılabilmesidir. Başlangıç düzeyinde iktisat bilgisinin ne kadar çok şeyi anlaşılabilir kıldığı, bu hayatta en çok şaşırarak gördüğüm şeylerden biridir.


Burada da büyük bir sıkıntı ortaya çıkıyor: Türkiye'de veriye ulaşmanın çok zor olması


Veriye ulaştığınızda da, Benjamin Disraeli'ye atfedilen ama büyük olasılıkla aslında Sir Charles Wentworth Dilke tarafından söylenmiş olan o meşhur sözün bahsettiği tehlike orta yerde duruyor: 


There are three kinds of lies: lies, damned lies, and statistics
(Üç çeşit yalan vardır: Yalanlar, kahrolası yalanlar ve istatistikler)


Bu yalanların en basitinden biraz bahsetmek istiyorum bu yazıda. 
İstatistikte sık kullanılan iki kavram vardır: Ortalama (mean) ve ortanca (median; Türkçede medyan olarak da kullanılır). 


Ortalama kolay olan; elinizdeki tüm değerleri toplar, toplam kaç tane değer varsa o sayıya bölersiniz.


Ortanca biraz daha karışık. Bir serideki değerlerin sayıca alt yarısıyla üst yarısını ayıran değer diyebiliriz. Bulmanın basit yolu sayıları yan yana dizip tam ortadakini almaktır. Değerlerin toplam sayısı çiftse böyle bir değer olmayacağından tam ortadaki iki değerin ortalaması alınabilir.


Örnek üzerinde bakınca belki daha iyi anlaşılır.


Bir iş yerinde asgari ücretle (2 birim) çalışan 6 kişi, 3 birime çalışan bir şef, 6 birime çalışan bir müdür, bir de tüm karı toplayan patron olsun (15 birim).


Yan yana yazalım 2 - 2 - 2 - 2 - 2 -  2 - 3 -  6 - 15


Toplamda ortalama gelir 4 birimdir, ortanca gelir ise 2 birim.


Ülkelerle ilgili gelir veya harcama gücü verileri verilirken en çok kullanılan numara da budur. Daha gerçekçi bilgi verebilecek ortanca değer yerine, genellikle daha büyük çıkan ortalama değeri verilir. Elimizdeki örneğe bakarsak örneklemin 2/3'ünü, yani büyük çoğunluğunu oluşturan grubun maaşı 2 iken, patron çıkıp "işyerimizde ortalama gelir 4 birimdir" diyerek insanların çoğunluğunun refahını gerçekte olduğunun 2 katı gösterebilir (bazı gazete-televizyon haberlerine benziyor mu?)




Ertesi yıl şirket işleri iki katına çıkarsın, patronun karı 30'a çıksın, şefe ve müdüre de %50 zam yapsın ama asgari ücret yalnızca %10 artsın.


Yeni durum şöyle 2,2 - 2,2 - 2,2 - 2,2 - 2,2 - 2,2 - 4,5 - 9 - 30
ortanca: 2,2
ortalama: 6,3


Patron şimdi çıkıp diyebilir ki:
Geride kalan yılda şirketimiz iş hacmini ve karını iki katına çıkarmıştır, şirketimizin ekonomisi %100 büyümüştür. Şirket çalışanlarımızın ortalama geliri 4'ten 6,3'e çıkarak %57,5 artmıştır.


Yalan mı söyledi patron? Hayır, veriler doğru ama bu arada gerçeğin büyükçe bir kısmını da gizlemiş oldu. Geliri gerçekten iki katına çıkan yalnızca kensidiydi. Yüksek dereceli kimi görevleriler de verdiği ortalama değere yakın bir artış yakalamıştı ama çalışanların %66'sı yalnızca %10 zam alabilmişti; onlar için ne %100 büyüme vardı, ne de %57,5 artış, sadece %10. 
(Şirketin olduğu ülkede enflasyon %10 - 20 arasındaysa asgari ücretlilerin alım gücü azalmış, yalnızca diğerlerinin alım gücü artmış olur ama o başka bir konu)


(Bu da haberlerdeki bazı şeyleri hatırlatmış olabilir)


İlk yıl ortalama ortancanın 2 katıydı, ikinci yıl 2,86 katı. Ortalama ile yapılan kandırmacanın büyüklüğü artmış.Gelirin eşit dağılmadığı (yukarıdaki az sayıda elde biriktirilip tabana dağıtılmadığı) bir durumda gözlenmesi kaçınılmaz bir durum.


En çok kazananla en az kazanan arasındaki oran ilk yıl 7,5 kat iken, ikinci yıl 13,63 kata çıkmış durumda ama patronun yaptığı açıklamada olduğu gibi yalnızca ortalamalardan ve toplam değerlerden bahsedince bu durum fark edilmiyor elbette. Gelir dağılımındaki adaletsizliği istatistiklerle maskelemenin güzel bir yolu...


Özet olarak, iktisadi durumla ilgili haberlerde toplamlardan ve ortalamalardan bahsediliyorsa dikkat edin derim. Biri size yalan söylüyor olabilir, en azından gerçeğin bir kısmını gizliyor olması çok muhtemel. Mümkünse ortanca (medyan) değerlere dair verilere ulaşmaya çalışın ama benden uyarması: Kolay bulamayacaksınız, en azından gazeteler ve televizyonlarda kesinlikle bulamayacaksınız, internette de bulmak zaman alır. Denemesi bedava...






Not: "Buradaki değerleri sen uydurdun, işine geldiği gibi seçmiş olabilirsin" diyenler olabilir, sayıları belli bir duruma işaret etmek üzere seçtiğim de doğru. Bu nedenle bu yazının gerçek hayat verileri kullanılan ikinci bir kısmı olacak. Bakalım 1974-2009 arasında ABD'de işler nasıl yürümüş, orada anlatmaya çalışacağım. Filmin sonunu söylemek gibi olmasın ama burada çizdiğim tablonun aynısı. 


Not2: Matematik dersinde "Bu bilgi hayatta ne işime yarayacak" diye soran kardeşlerim! Görüldüğü gibi keriz yerine konmamıza engel olabilir veya en azından keriz yerine konduğumuzu anlamamıza.











2 Ağustos 2011 Salı

Yüzüme benzemiş bu

Düzenli yazan blogcuların sık yaptığı şeylerden biri üzerine yoğunlaştıkları alanlarda başka yerlerde yayınlanmış yazıların linklerini paylaşmak. Fark ettim ki ben bunu çok az yapıyorum (hiç???). 


İlk yayınlanışının üzerinden neredeyse bir yıl geçmiş ama paylaşmak istediğim linki ben hala arşivimde koruyorum, güncellenmiş bir versiyonu neye benzer bunu da merak ediyorum (o zamandan beri pek değişmediğine neredeyse eminim ama...). 


Üniversitelerin öğretim görevlisi sayıları, proje başvuru ve kabülleri, yayınları hakkında çok iyi bir görsel sunum:


Üniversitelerin akademik yüzleri




Beğendiyseniz paylaşabilirsiniz, maksat söz yayılsın.