19 Ağustos 2010 Perşembe

Ha yer tezgahında olmuş, ha süslü cam şişede, ot ottur

1948'te kurulduğunda Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sağlığı şöyle tanımlamıştı:
a state of complete physical, mental, and social well-being and not merely the absence of disease or infirmity
çevirecek olursak "yalnızca hastalık ya da güçsüzlüğün yokluğu değil; tam bir fiziksel, zihinsel sosyal iyilik hali"

Koruyucu tıp dediğimiz şey işte tam da bu nedenle ortaya çıkmıştı. Hastalığı olmayan kişilere de ulaşmak, hastalıksızlık hallerinin devamını koruyacak önlemleri (aşılama, tarama programları vb.) almak, sağlık hizmetlerini yaygınlaştırarak bu amaçlara ulaşılmasını mümkün kılmak. Bu işi halletmenin yegane yolu sağlık ocakları ve pratisyen hekimler aracılığıyla geniş bir kitleye ulaşabilmekti, uzunca bir zaman bu yapılmaya çalışıldı da. Bugün geldiğimiz noktada sevk zincirini kırıp, eline sağlık karnesini alanın uzmanlık hastanelerine gidebilmelerini sağlayan, pratisyen hekimleri bilgisiz gibi göstererek onlara olan güveni azaltan ve bu yolla onların vermesi gereken hizmeti de gözden düşüren anlayış aile hekimliği adı altında o yaklaşımı sözde diriltmeye uğraşıyor ama o arada olan oldu bile.

İnsanların iyi olduğunu bilme, iyi kalmaya devam etmek isteme ve bunların yollarını öğrenme gayretlerinin karşılanması noktasında kocaman bir vakum oluştu ve o boşluğu alternatif tıpçılar itinayla doldurdular.  Son zamanlarda televizyonda giderek daha sık duyduğumuz "wellness" kavramı yukarıda tanımlanmış iyilik haline bir parça spiritüalizm sosu katmaktan öteye gitmeyen bir new-age saçmalığı iken kendine oldukça geniş bir alıcı kitlesi bulabildi zira alternatifini sunması gereken otorite hiç de oralı değildi.

Her türlü denetim mekanizmasını yozlaştırdığınız bir memlekette  insanların piyasaya sürülen ilaçların veya verilen sağlık hizmetinin kalitesinin gerekli ve yeterli biçimde denetlendiğini düşünmelerini beklemek durumun farkına varamayan bir şaşkınlık ya da safdillikten başka bir şey olamaz, eğer düpedüz sorumsuzluk ve art niyet değilse.

İlaçlarını ve tedavilerini yeterince denetlemediğiniz, denetliyorsanız bunu ona anlatmadığınız vatandaş gider kendini otçulara emanet eder "ne farkı var diyerek". "İlacın içine ne koyuyorlar biliyor muyuz, bunlar en azından doğal" savunmasını her gün duyar olursunuz. Aslında durum bunun tam tersidir, ilacın içinde hangi maddeden ne kadar bulunması gerektiği belirlenmiştir ve denetlenir oysa yanyana iki tepede biten kekiklerin içinde bile aynı kimyasalların, aynı miktarda olması olasılığı neredeyse yoktur.

Denetleme otoritesine olan güven giderek azalırken, otçu tayfa giderek kendini daha saygın göstermenin yollarını arıyor. Pazarda ot satan amca, aktar ve büyük alışveriş merkezlerindeki şık mağazalarda güzel şişelerde toz haline getirilmiş ot ve ot kapsülü satan alımlı kızlar aslında bir ve aynı şeydir. Ama malum bu çağda imaj her şeydir... Bilimsel olarak pazardaki amcanın sattığı malla lüks mağazadaki arasında hiçbir fark yoktur, ikisinin içinde de tam olarak ne olduğu bilinmez, bilinenlerin ise gerçekten işe yarar etkisi olup olmadığı bilimsel araştırmalarla gösterilmemiştir. İşe yaramadığı araştırmalarla gösterilmiş olan ekinezya ise bu mağazaların hepsinde satılır, çayının reklamı bütün kış tüm televizyonlarda döner. Zihinsel fonksiyonlar üzerine olumlu hiçbir etkisi olmadığı gösterilmiş olan gingko, bu adamların elinde hala mucize muamelesi görmektedir.

Başa dönersek şu soruyu sormak gerek:

O tanıma göre Türkiye'deki insanların yüzde kaçına sağlıklı diyebiliriz?

Benim en iyimser tahminim yüzde beşin üzerine çıkmaz. Otları hala gıda takviyesi diye Tarım Bakanlığı denetimi sonrası, sağlıkla ilgili herhangi bir onay almadan piyasaya süren, bakanlık onay verdiği için saygın ve güvenilir gösteren, bilimsel verilere dayalı tıbba duyulan güveni artırmayan, koruyucu hekimliği tabana yaymayan bu kafayla da o sayı artmaz.

Özeti: Otçulara güvenmeyin. Onlara güvenmek yerine devletinizden ilaçları ve sunulan sağlık hizmetlerini iyi denetlemesini talep edin.

1 yorum:

  1. Türkiye’de koruyucu hekimliğin gelişmemesi nedeniyle insanların “bitkisel tedavi” pazarına yöneldikleri, Sağlık Bakanlığının yanlış politikalarının veya politikasızlığının açtığı boşluğu alternatif tıpçıların doldurduğu çok iddialı ve şüphe ile yaklaşılması gereken bir hipotez. Zira, koruyucu hekimliğin oldukça yaygın oldugu ülkelerde de (örneğin Avrupa ülkelerinde) bitkisel tedavi pazarı çok büyük (eğer yanılmıyorsam Avrupa, bitkisel tedavi pazarında dünyadaki en büyük market). Sağlık Bakanlığı politikalarının ciddi bir iyileşmeye ihtiyaci olduğu şüphesiz, ama insanların alternatif tedaviye yönelme sebeplerini anlamadan doğrudan bakanlığı suçlamak sadece gerçekten sapmaya neden olur.

    YanıtlaSil

Beğendiyseniz paylaşabilirsiniz, maksat söz yayılsın.