Sarper Günsal'a teşekkürlerimle...
Bu cümleyi okuduktan sonra gözünüzü
kapatın ve bir köle hayal edin.
Durun, tahmin edeyim. Afrika kökenli,
siyahi, 20-40 yaş arasında bir erkek geldi gözünüzün önüne. Bildim mi?
Aslında kölelik bundan daha fazlasıydı
dünyanın dört bir yanında. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve diğer ırklar da
vardı insanlık tarihinin bu çirkin hikayesinde. Ama görsel hafıza böyle bir şey
işte. O bahsettiğim karakteri fotograflarda, afişlerde, sinema filmlerinde o
kadar çok gördük ki, köle deyince aklımıza hep o geliyor.
Oysa, Yeni Dünya'nın ilk kölelerinin büyük kısmı Orta ve Güney Amerika'nın
yerlileriydi. Bir zamanlar kendilerinin olan topraklarda köle olarak çalıştılar.
Arazilerine el konduktan sonra, aç kalmamak için çalışmaya gittikleri
Potosi'nin gümüş madenlerinde onbinlercesi öldü. On yıllar boyunca süren
kölelik döneminde açlıktan, hastalıktan ve zor çalışma koşullarından
ölenlerin toplam sayısını kesin olarak
bilmiyoruz; tahminler milyonlar seviyesinde. Onların torunları hala Latin
Amerika’nın en fakir insanları. İnsan eliyle yaratılmış sefalet öyküsü devam ediyor. Merak edenler, bu utancın
günümüze kadar gelen tarihini Eduardo Galeano'nun Latin Amerika'nın Kesik
Damarları isimli kıtabından okuyabilir.
Ne tuhaf ki, siyahi kölelerin torunlarının hikayelerini,
Latin Amerika yerlilerinin hikayelerinden daha önemli kabul ediyoruz; algımız
sağ olsun (!) ABD ilk siyahi başkanını seçtiğinde, bu olay tüm dünyada gündemin
tepesine oturdu; Obama, daha icraata
başlamadan, Nobel Barış Ödülü kazandı. Öte tarafta, Potosi madenlerinin ülkesi
Bolivya'da Evo Morales iktidara geldiğinde kaç kişi heyecanlandı acaba? Derdim
Bolivarcılık yapmak değil, merak ediyorum sadece.
Caner Eler, başta Tour de France olmak
üzere, bisiklet turlarını sunarken izleyiciler
sık sık sorar:
"Hiç siyahi bisikletçi yok mu?
İçlerinden tur kazanan oldu mu?"
Aynı sorunun Güney Amerika yerlileri için
sorulduğunu hiç duymadım.
Ama onlardan biri, 4 Şubat 1990
doğumlu Kolombiyalı Nairo Quintana,
belki de birkaç sene içinde büyük turlardan birini kazanacak. Bu sene Fransa
Turu’nda beyaz mayoyu kapması ise işten değil...
Bu seneki turda en heyecanla izlediğim
adam oldu Quintana. Bu ufacık tefecik genç adamın yokuşlarda, yarışın
favorilerini arkasında bıraktığı ataklarında ekran başında coştum. 10 gün daha
var Le Tour'un bitmesine, 2 tane de abidevi tırmanış etabı. Nairo klasmanda ilk
onda, beyaz mayo rekabetindeyse Kwiatkowski'nin 34 saniye gerisinde 2. durumda.
Ve ben, heyecanla Mont Ventoux zirvesinde beyaz mayoyu tekrar giyeceği anı
bekliyorum, günün birinde oraya sırtında sarı mayoyla gelmesini ümit ederek...
Güzel gülüyor çocuk...
Not:
Bu yazıyı “beyaz adamın yerlilere aşağılayarak, acıyarak bakan gözü”yle
yazdığımın düşünülmesinden korkarım. Öyle bir şey aklımın ucundan geçmez.
Quintana’nın yeteneği ve performansı benim değerlendirebileceğimin çok
ötesinde, onu hakkını vererek yazacak ustalar var. Ben yalnızca, Galeano’yu
okuduğumdan beri hikayelerine bigane kalamadığım o insanlardan birinin başarısı
karşısında duyduğum heyecanı anlatmak istedim.
Güncelleme: Mont Ventoux zirvesine ulaşan ikinci kişiydi Quintana, Froome'un hemen ardından. Belki kazanabilirdi bile. Bu kez olmadı ama beyaz mayo artık onda, Kwiatkowski ile arasındaki fark da iki dakika civarında. Büyük bir terslik olmazsa turu beyaz mayoyla bitirecek. Yarış sonrası açıklamasında "genel klasmanda bir derece için de uğraşacağım" dedi. Belki podyuma çıkar dediği gibi, seviniriz.
Güncelleme: Mont Ventoux zirvesine ulaşan ikinci kişiydi Quintana, Froome'un hemen ardından. Belki kazanabilirdi bile. Bu kez olmadı ama beyaz mayo artık onda, Kwiatkowski ile arasındaki fark da iki dakika civarında. Büyük bir terslik olmazsa turu beyaz mayoyla bitirecek. Yarış sonrası açıklamasında "genel klasmanda bir derece için de uğraşacağım" dedi. Belki podyuma çıkar dediği gibi, seviniriz.