Türk Dil Kurumu'nun Büyük Türkçe Sözlüğü'ne göre, kutsal sözcüğünün anlamları şöyle:
1. Güçlü bir dinî saygı uyandıran veya uyandırması gereken, kutsi, mukaddes.
2. Tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen, kutsi, mukaddes, lahut:
3. Bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, üstüne titrenilen
4. fel. Tanrı'ya adanmış olan, tanrısal olan.
5. Tanrı'ya adanmış olan.
6-Tanrısal olan, bütün var olanların, yeryüzüne ilişkin olanın üstünde yükselen, ondan bütünüyle başka olan.
7. Ahlaksal yetkinliğe ulaşan, bu yolla Tanrı'ya yakınlaşan kişilerin niteliği (azizler, evliyalar, ermişler).
8. Bir toplumda ya da bir toplumsal kümede dince yüceltilen ve "dünya işleri"nden ayrı nitelikte olduğuna, ayrı bir düzen içinde yer aldığına inanılan (şeyler).
9. Güçlü bir dinsel saygı uyandıran veya uyandırması gereken kimse.
10. Tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen.
11. Uğur getirdiğine inanılan.
Hekimlik mesleği, tarihin çeşitli evrelerinde yukarıda sıralanan tanımların bir veya birkaçına uymuş olabilir ama bugün bunlarla hiçbir ilgisi olmadığı kesin. Kimse kalkıp, "ama hayat kurtarıyorlar" demesin, zira "hayat kurtarmak" fiili de yukarıda sıralanan tanımlara göre kutsal değil. Dahası, bir doktorun günlük programına baktığımız zaman, mesaisinin ne kadarını hayat kurtarmaya, ne kadarını rutin işlere ayırdığı ortadadır.
Toplum nazarında giderek gözden düşen bir mesleğin mensubu olan meslektaşlarım, bu kutsallıkta hırpalanan egolarına pansuman yapan tatlı bir his buluyor olabilirler ama kendini buna kaptırmak gerçekten kopmaktan başka bir işe yarayacak değildir. Hele ki, sıklıkla karşı karşıya kaldığımız tartışmalarda hiçbir kullanışlı yanı yoktur bu iddianın.
Cemiyet, doktorluğa bir zamanlar kutsallık atfedildiğini tek bir durumda hatırlar: Doktorlar greve gitmek istediğinde.
"Siz kutsal bir iş yapıyorsunuz, işinizin doğası farklı" bahanesinin ardına saklanıp, maaşlı çalışan her insanın hakkı olan grev hakkını doktorların elinden almaya çalışan kafaya söyleyecek bir sözü olmasını arzu eden her doktor öncelikle şunu kendisi kabul etmelidir:
Kendi hesabına çalışan bir tür küçük burjuva olduğumuz günler de, işimizin kutsallıkla ilişkilendirilebilir bir pratiği olan zamanlar da çok gerilerde kaldı. Neredeyse hepimiz, bize daha az para vererek daha çok iş yaptırmaya çalışan, bu şekilde maliyeti azaltıp karı artırmaya çalışan işverenlerin (devlet veya özel) maaşlı çalışanlarıyız. Cemiyetin örgütleniş tarzı içinde, özü itibariyle, fabrika işçisinden, inşaat amelesinden bir farkı yok artık doktorun.
Örselenmiş egolarımızdan arınır da bunu bir kabul edebilirsek, pek çok şeyi anlamak da, anlatmak da, çözmek de daha kolay olacak. Hadi, bir gayret...
Güzel olmuş yazı...
YanıtlaSilPlaton’un Kanunlar’ını bilir misiniz? Eğer okumadıysanız, ikibin küsur yıl önce yazılmış aşağıdaki alıntı mizantropi hazinenize ufak bir katkı olsun: ”did you ever observe that there are two classes of patients in states, slaves and freemen; and the slave doctors run about and cure the slaves, or wait for them in the dispensaries-practitioners of this sort never talk to their patients individually, or let them talk about their own individual complaints? The slave doctor prescribes what mere experience suggests, as if he had exact knowledge; and when he has given his orders, like a tyrant, he rushes off with equal assurance to some other servant who is ill; and so he relieves the master of the house of the care of his invalid slaves. But the other doctor, who is a freeman, attends and practises upon freemen; and he carries his enquiries far back, and goes into the nature of the disorder; he enters into discourse with the patient and with his friends, and is at once getting information from the sick man, and also instructing him as far as he is able, and he will not prescribe for him until he has first convinced him; at last, when he has brought the patient more and more under his persuasive influences and set him on the road to health, he attempts to effect a cure. “
YanıtlaSil