4 Ocak 2012 Çarşamba

Kölelik Günlükleri - Gün 029-031


Bu komitede bana verilmiş olan son dersi de pazartesi günü anlattım. Komite sonunda öğrenciler sömestr tatiline girecekler, dolayısıyla yakın gelecekte bir işim olmayacak gibi görünüyor. Boş boş oturmaktansa bir şeyler okuduğum günlere geri dönüş yani.

Fırsattan istifade, hazır vakit varken, çokça gelen bir yoruma yanıt vermek isterim. Sıkça gelen bu yorum sık sık ve şiddetli bir şekilde beddua etmem üzerine. Haksızlık ettiğimi düşünen de var, aşırıya gittiğimi de, yakışmadığını da.

Belki de haklılar. 22 sene mektep okumuş, burada yazdığı yazılara bakılırsa daha medeni ve resmi yollarla hakkını arayabilecek bir adamın durmadan ve herkese beddua etmesi de ne oluyor, öyle değil mi?

DEĞİL.

Hakkımı hukuk yoluyla aramayı çok isterdim ama o yol kapatıldı. Burada daha önce değindiğim pek çok hukuksuz yönüne ve Anayasa Mahkemesi’nin iki üyesinin “bu angaryadır ve yasaktır” esaslı itirazlarına rağmen Aralık 2010’da Anayasa Mahkemesi’nin diğer üyeleri 5371 sayılı kanunun yürütmesinin devamına karar verdiğinde iç hukuk yolu kapandı. O günden beri ancak küçük adımlar atmak mümkün. Bu kapsamda, geçen ay, itiraz üzerine Anayasa Mahkemesi ilgili kanunun iki cümlesini iptal etti, böylece istifalara bağlı uygulanan cezalar kaldırılmış oldu ama başlı başına bir hukuksuzluk ve hak gaspı olan zorunlu hizmet uygulamasının kendisi devam ediyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yolu açık elbette, orada da dava açıldı ama henüz görüşülmeye başlanmış veya karara bağlanmış değil. Benim içinse bu bir hayal. Sağolası (!) devletimiz diplomamı elimden aldığı yetmez gibi beni atamayı beceremeyip aylarca işsiz bıraktığından, tahmin edebileceğiniz gibi bir parça borcum var; 10 boyunca kimse bakmadı bana, çeviri yaparak ve borçlanarak yaşadım. Yani uluslararası hukukun masraflı yolları şimdilik çok uzak bana.

O zaman durup soralım:
Hakkı gasp edilen ve hukuk yoluyla hakkını arayamayan insan ne yapar?

Ya dağa çıkar ya da sabırla değil sabırsızlıkla adalet yeniden tesis edileceği günü bekler ve bu arada bolca dua/beddua eder. Sokağa çıkmak, eylem yapmak da bir alternatif lakin eylemler Bakanlık tarafından ciddiye alınmadığı gibi (Sağlık Bakanı’nın doktor eylemlerini internetten araştırın, göreceksiniz), doktorların grev/eylem yapmaya hakkı olmadığını savunanlar bile var (Bakanlık buna dahil). Hakkımızı arayalım derken, en baştan haksız ilan ediliyoruz. Bir yol da, bir şeyleri değiştirmeye yetmeyeceğini bilsen de, en azından yapılan haksızlığı ifşa etmek, günün birinde dönüp bakılabilecek bir kaydını tutmak adına yapılanları anlatmaktır ki bu blogda yapmaya çalıştığım biraz da budur.

Dağa çıkacak değilim, herhangi bir doktorun da bu yola başvuracağını sanmam; bunu  tavsiye de etmem.
Kaldı elimizde sabırsızlıkla beklemek ve dua/beddua etmek. Bu hakkımı da sonuna kadar, ilgili herkesi kapsayacak şekilde ve şiddetle (içeriği de şiddetli olacak şekilde) kullanmaya devam etmek niyetindeyim çünkü bu devlet ve cemiyet bana yapacak başka bir şey bırakmadı. “Sus ve kabullen” diyenlere söyleyeceğim şudur: Özgürlüğü yitirdim ve köleyim ama henüz insanlığımı yitirmedim.

Beddua ederken çok kalabalık bir nüfusu hedef alışım da eleştirilmiş. O zaman şöyle bir soru soralım:
Temsili demokraside bir kararın sorumluluğu yalnızca o kararı alan ve uygulayan vekillere mi aittir, yoksa onlara bu yetkiyi verenler de sorumluluğun ortağı mıdır?

Benim bu soruya cevabım “evet, halk da ortaktır yapılan haksızlığa” şeklinde. Eğer öyleyse, bedduanın çerçevesini geniş tutmakta sakınca görmüyorum.

Beddua filan derken hazır hukukun alanından çıktık, daha soyut bir mecradayız, buradan devam edelim.

Aslında burada başka bir tartışma daha var. Memleket efradının büyükçe bir kısmı müslüman olduğunu söylemekte. Peki, bir müslüman bir yönetici seçse ve o yönetici kul hakkı yese, o müslüman da buna mani olmasa ve o yöneticiden bunun hesabını sormasa, o yenen kul hakkının vebali o müslümanın da boynunda yük olmaz mı? Yarın Hakk’ın divanında bunun hesabını vermek gerekmez mi?

Eğer gerekiyorsa, yandın necip Türk milleti. 6,5 yıldır bu ülkenin binlerce doktorunun hakkı yendi. Meslekleri ve diplomaları ellerinden alındı, zorla çalıştırıldılar, ailelerinden uzağa gönderildiler, çocukları anasız-babasız büyüdü. Bunca vebalin, bunca kul hakkının hesabı elbet sorulur da acep üleştirilirken yalnızca mebuslar mı katılır hesaba?

Buna da biraz kafa yormak gerekir herhalde.

6 yorum:

  1. İçimde sakladıklarımın bir kısmını çok açık ve net bir şekilde dile getirmişsin.
    Eline sağlık...
    Szn

    YanıtlaSil
  2. Daha önce başka yerlerde de yazdım. Doktoru kırbaç ile çalıştırırsan böyle olur. İşveren olarak SB bana da aynı uygulamayı yaptı. Beddua ettim! Bu da suç değil. Aslında kazanılmış davalar dışında, etik, ahlak, akıl, mantık, hiç biri doktoru bu şekilde çalışmayı mazur göstermiyor. Maalasef bedavaya bakılınca HALK kısa görüşlü bir uygulama olarak politikacılara alkış tutuyor. Kimsenin mağdur olmasından yana değilim, ama bana kötü muameleyi hoş gören bir hasta dolaylı mağdur olunca beni kabahatlı görmesin. 70.000 nufüslü bir ilçeyi 3 acil doktoru idare ediyor ve hasta acile gelince utanmadan dürüm yiyorlar diyor. Doktor da insan dürüm yer. Burada yeterli iş gücünü sağlamayan işverenin sorumluluğu var. Üstelik orada duran doktor bu sayfada yazan meslektaşım gibi, tüm hakları hiçe sayılarak oraya gönderilmiş. Temel haklardan bahsediyorum. Bir kaç yüz yıl önce kaldırıldığını düşündüğünüz kölelik gibi haklardan. Çünkü aradaki ilişki işveren çalışan ilişkisi şeklinde değil, köle sahip şeklinde yürüyor. Hasta alınmayan malzemeden de, verilmeyen ilaçtan da doktoru sorumlu tutuyor. Şu anki uygulamada doktor acile tıkılmış bir vatandaş sadece. Stetoskop bile almıyor işveren. Politikacının derdi vatandaş sokakta ölmesin, acil de ölsün, karşısında da dövecek birini bulsun. Ben de beddua ediyorum... ayıp bana ait değil, bu uygulamayı bana yapana ait. Tıp böyle yapılmaz, en azından ben böyle bilmiyorum. Bilen varsa kendi dursun, kendi yapsın.

    YanıtlaSil
  3. onca yorumdan sonra istihale devresine girersiniz diye beklenirken,sizden ancak öfkeli bir mevlana olunucağını anlamışlardır sanırım.

    egemen koşulların insani ezen halleri karşısında kininizi nasıl yansıtacaktınız?tabii ki okkalı küfredip ve kallavi beddua ederek...

    YanıtlaSil
  4. bozuk plak gibi sürekli aynı muhteviyatta mağduriyet yazılarıyla kimlerin içi cızırdıyordur acaba diye düşünmek de lazım dimi ama?..

    inanın artık başka konuda yazılarınızı arar olduk...ortaya boca edilen yavelere de aldırmayın bence artık.

    YanıtlaSil
  5. Sevgili İsmail, senin söylediklerini kabul edecek olursak, bu işte senin de sorumluluğun var. Bütün ailenin, tanıdıklarının, sevdiklerinin de sorumluluğu var. Daha da ileri gidelim, Dünya'yı meydana getiren toz bulutunun içindeki karbon atomunun dahi sorumluluğu var. Sonuçta mecburi hizmeti getirenlerin içindeki karbon atomlarından en azından bazıları, o gaz ve toz bulutundan gelmişti. 'Valans elektronunuz, van der Waals kuvvetiniz kalmasın' de istersen, belki rahatlarsın.

    Kimse 'Sen neden şikâyet ediyorsun' demiyor. 'Önüne gelene beddua etmek haksızlıktır, sana yakmışmıyor' diyor. Senin ailendekileri her biri hatasız insanlar mı? Ailenden birisinin yaptığı bir hata için seni sorumlu tutmak doğru olur mu? Bütün Afyonlular ittifak edip de mi seni buraya getirdi? Kaldı ki senin ailendekilerden veya arkadaşlarından birinin Afyonlu olmadığı ne malum? Kim bilir, belki sen de ucundan Afyonlusundur.

    "Her koyun kendi bacağından asılır" derler. Buna dayanarak, "Koyunlar ot yer, öylese otlar da mesuldür; otlakta ot bitmesin" demek doğru olmaz.

    YanıtlaSil
  6. bugüne kada beddüa dan ölen ya da yaralanan olmamış. katlanın azcık.

    YanıtlaSil

Beğendiyseniz paylaşabilirsiniz, maksat söz yayılsın.