Maceramın devamını anlatmayı ihmal etmişim.
Orta yerinde mecburi hizmetin durduğu olaylar zinciri halinde anlattığım hikayeme dair son yazıyı Nisan 2012'de yazmışım. O dönemde, mecburi hizmetle gönderildiğim Afyon Kocatepe Üniversitesi'nden -diplomayı yakmak pahasına- istifa etmiş ve Ankara'da bir özel şirkette çalışmaya başlamıştım. Benim haberim dahi olmadan adımı kuraya eklemişlerdi; Malatya çıktı, gitmedim. Haziran 2012'de de evlendim. Yani, geçici de olsa ideale yakın bir düzeni Ankara'da kurmayı becerdim. Hikayemizi baştan beri takip edenler bilir ki, bir terslik olma ihtimali varsa, o terslik benim başıma er veya geç geliyor.
Hikayemizin rotası yine işsiz kalmamla değişti. Pek çok "start-up"ın başına gelen bizim şirketin başına da geldi, para bitti. Mart 2013 itibariyle yine işsiz kaldım. Mecburi hizmet kurasına girmek istemiyordum; evliydim, düzenim Ankara'daydı ve nereye yollayacakları belli olmazdı (eş durumundan faydalanamıyordum). Malatya'ya gidip başlamadığım için bir yıl boyunca kuraya girmem de yasaktı. İlaç şirketlerine başvurmaya başladım. Bir iki mülakat koparmayı da başardım, lakin "sürece başka adaylarla devam edeceklerini" bildirdiler (nereden buluyorlar bu tuhaf lafları?). Sonunda parasızlığın sıkıştırmaya başladığı yere vardık, kuraya girememe cezam bitti ve binbir korku ve öfke ile mecburi hizmet kurasına girdim.
Bu kez şansım yaver gitti. İki farmakolog girdik kuraya. Bir İstanbul, bir de Ankara kadrosu açtılar. Diğer arkadaş İstanbul'u istiyormuş, onu yazdı ilk tercihine, ben de Ankara'yı yazdım elbette. Herkes gönlünden geçeni almış oldu. Temmuz 2013'ten beri Sağlık Bakanı çalışayım, anlayacağınız.
657 sayılı kanunun çizdiği daire içinde kalarak çok fazla şey yazmak mümkün değil. Siyasete dokunmadan yazmak gerek ama "kişisel olan politiktir" ilkesi uyarınca kişisel bir şeyden bahsederken bile dairenin dışına taşıvermek o kadar kolay ki...
İlkokuldan başlayıp -hatırlayabildiğim kadarıyla- çeşitli müzik eserleri üzerinden kendi büyüme hikayemi anlatmak istiyorum bir süredir. O müziklerle tanışmam, farklı dönemlerdeki müzik tercihlerim, tercihlerimin değişmesi, aynı esere yüklediğim anlamın zaman içinde değişmesi vb. üzerinden bir müzikli otobiyografi. Çoğu yeri benim kuşağımın diğer bireylerininkine benzeyen bir hikaye olurdu, bu bloga başlarkenki amacıma da denk düşerdi. Öte yandan, bunu bile 657 sınırları içinde yapabileceğimden emin değilim.
Çakırkeyif bir anında "evimden solcu çıksa kendi elimle vururum" diyen bir babanın evinde, o diğer odada uyurken, televizyonda ilk defa Karlı Kayın Ormanı'nı bir konserde binlerce kişinin söyleşini duyduğumda hissettiğim heyecan mesela... (sonraları nefret ettim şarkıdan, canım şiir bir prozodi katliamına kurban gitmiş) Şimdi bunu bir anlatmaya başlasam, şimdiki gençlerin başından benzer şeyler geçiyor mudur diye düşünmemek olmaz. Ondan sonrası, nasıl olacağı çok tartışılan bir "nesil"e dair olmaz mı yazının? Hop, düştük siyasetin ortasına...
Lise yıllarımızın baş köşesinde duran Yeni Türkü şarkılarının anlattığı hikayeleri yıllar sonra aklım erip de anladığımda 12 Eylül, devlet, işkence, ihanet, muhalif olmak vb. üzerine düşündüklerimi yazmaya kalksam 657'nin izin verdikleri içinde kalır mıyım?
Yani, zor!
Bundan sonra yazmak zor benim için.
Belki yazıp biriktirmek gerek. Belki bu memuriyet bir gün biter, o zaman eklerim bloga birikenleri.
Yine de belli olmaz.
Yazarım belki...
Not: Yazmadığım dönemde, en çok okunan günlerini yaşadı aslında bu blog. "Live long and prosper" bolca ve pek güzel yazdı, pek çok insan da okudu. Sonra, kendisinin isteği üzerine o yazıları da kaldırdım blogdan. O güzel yazılar için tekrar teşekkür ederim kıymetli yazarımıza.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder