2 Aralık 2011 Cuma

Affet beni peder

Millet olarak en yanlış anladığımız dini ritüellerden birinin günah çıkarma olduğunu düşünüyorum. Bu da olayın "an"ına odaklanıp, onu hazırlayan "geçmiş"i göz ardı edişimizle ilgili sanki. 

"O ne öyle, gittin, ben günah işledim dedin, o da affetti, oldu, bitti, öyle mi? Allah mı bu adam da affediyor?" 

Ortalama vatandaşımızın filmlerde yüzlerce kez gördüğü bu ritüele yaklaşımının özeti üç aşağı, beş yukarı böyle. Sabah rahibe koşan kişinin bir önceki gece düşündüklerindedir aslında bu uygulamanın anlamı.  "Af dilersen Allah bağışlar" anlayışı müslümanlıkta da mevcuttur ama böylesi bir dünyevi ritüele bağlanmış değildir. Özü itibariyle her dinin hedeflediği, olgun, kendini ve buradan giderek Rabbini bilen insandır. Af dileme ve günah çıkarma bu kendini bilme halinin yollarından biridir aslında. Af dileyecek kişinin öncelikle kabahatinin farkında olması, bunu kendine itiraf edebilmesi gerekir. Hedeflenen de budur aslında, İsmet Özel'in tabiriyle "aynada iskeletini görmeye kadar varan" insan. Ümit edilen yapılmış olanın neden kabahat olduğunu anlayan, bunu itiraf eden insanın aynı davranışı tekrarlamamasıdır. Böylesi davranışları birer birer fark ettikçe, adım adım yürünen bir tekamül yolu oluşur. Mesele günah çıkarmak değil, günah çıkarmaya gitmekten önceki düşünce dönemidir.

Bugün protestan kiliselerinin büyük bir bölümünde günah çıkarma işlemi yok. Devam ettiği örneklerden biri Almanya'nın büyük kısmını kapsayan Lutheran kilisesi. Bu kendinin farkında olma, en zayıf ve en çirkin halini dahi itiraf edebilme halinin zirve noktalarından birinin Almancadaki "schadenfreude" sözcüğü olduğunu düşünüyorum. "Başkasının talihsizliği karşısında hissedilen kötücül zevk, mutluluk" anlamına geliyor bu sözcük. Hiçbirimize yabancı değil bu duygu ama Türkçede bir kelimeyle anlatamıyoruz (haset vb. karşılamıyor); İngilizcede de yok karşılığı, Almancadan alıp aynen kullanıyorlar. Pek çok dil de aynı durumda. Böylesi bir duyguyu dahi itiraf edebilecek durumda olmak, yukarıda anlatmaya çalıştığım kendiyle yüzleşebilme ve kendini bilme halinin en berrak ve saf hallerinden biri bence.

İyi de neden anlattım bunları? Şu meşhur resmi anlayabilmek için:






Burası Varşova, Soykırım Anıtı. Dizlerinin üzerindeki adam Alman Sosyal Demokrat Partisi başkanı, devrin şansölyesi Willy Brandt. Şöyle ifade etmiş yaptığını: Yakın tarihin ağır yükü altında, kelimeler yetersiz kaldığında insanların yaptığını yaptım; böylece milyonlarca öldürülmüş insanı andım.


Yukarıda anlattıklarımla bağlantılı olarak, bir Almanın bunu yapabilmesi bana hiç şaşırtıcı gelmiyor. Gündelik hayattaki en ufak kabahatlerini bile itiraf edemeyen, kendine böylesi derin bir bakışla bakma alışkanlığını edinmemiş insanlardan oluşan bir toplum, kendilerinin bile değil, dedelerinin yaptıklarını itiraf edebilir ve özür dileyebilir mi? Sanmam.


Onun için sahte özürlerle gündem yaratarak, Dersimlilerin yaralarını yeniden kanatmak pahasına oy peşinde koşmanın anlamı yok. Önce kendi kabahatlerimiz konusunda dürüst olabilmeyi becerebilelim, o olgunluğa erişelim, aynı kabahatleri tekrar işlemeyecek kadar farkında ve pişman olabilelim, tekrar etmemeye niyet edebilelim ve bunu becerebilelim; belki o zaman sıra gelir millet halinde gerçek özürlere. Henüz değil, bu toplumla değil...

Hülasası:
Kabahatiyle yüzleşmemiş ve kabahati tekrarlamamaya niyet etmemiş olanın özrünün hükmü yoktur.


.  

1 yorum:

  1. Hatasını dile getirebilecek kadar cesur ve gammaz ise o hatayı tekrar yapmaya meyilli demektir.

    YanıtlaSil

Beğendiyseniz paylaşabilirsiniz, maksat söz yayılsın.