6 Kasım 2011 Pazar

Farmakoloji ve futbol - III

Biliyorum, "iyi bir tema yakaladım, buradan devam edeyim" dersen, meseleyi fazlasıyla sündürüp suyunu çıkarma riski vardır. Bir bakmışsın, 10 sene boyunca aynı şarkıyı değişik isimlerle önümüze süren The Cranberries'den farkın kalmamış. Daha beteri de var, "altı üstü yedi tane nota var, kaç farklı beste yapılabilir ki?" diye soran büyük Türk düşünürünün şarkılarındakine benzer kekremsi bir tat yakalamak da mümkün, Allah muhafaza.

Tüm bu riskleri göze alarak farmakoloji ve futbol temalı üçüncü yazımı yazmak niyetindeyim çünkü öyle güzel bir orta geldi ki, vurmasam içimde kalacak. 

Golsüz Eşitlik isimli blogda 16 Ekim 2011 tarihinde yayınlanan Namaste başlıklı yazı şöyle başlıyor:

"Askere gidip, askerlik yaptığınız süre zarfında (5 veya 15 ay olabilir bu süre) veya herhangi başka bir işle uğraştığınızdan önünüzde veya elinizin altında teknolojik bir alet bulunmadığında hiç futbol ile alakalı bir şey izlemeseniz, dünya futbolunda yaşananlardan dolayı, kendi güncel futbol birikiminizde bir çok şeyin eksikliğini farkedersiniz. Ne bileyim Mario Mandzukic'in Edin Dzeko'nun 1 boy küçüğü olmuş olmasını, Edin Dzeko ve Maradona'nın damadının, Zidane'ın 48 veliahtından birisi olan Samir Nasri ile beraber City gibi bir takımı bir yerlere getirmesini felan kaçırırsınız. Bir kaç El Clasico, Arsenal'in 8 yediği maç gibi şeyleri izlemezsiniz. "Türk futbolu açısından ne kaçırırsınız" derseniz, cevabı vereyim. Hiç bir şey kaçırmamış olursunuz.

5 ay öncesinde ne muhabbeti dönüyorsa, hala aynı. Bakın, Ulusal Takım hala aynı aptalca argümanlarla eleştirilip, yazılara malzeme oluyor. Hala muhabbet "yerli teknik direktör. Mesut Özil.

Bunun aynısı Türk akademisinin benim gözleme imkanı bulduğum kısmında da vardı. 

Geride kalan beş yılda sürekli ve işe yarar  bir internet bağlantısından mahrum kaldığım tek bir ay oldu, askerliğimin Samsun'da geçen ilk ayı. Tezimde kullandığım üç ilaç etken maddesi hakkındaki tüm makaleleri, nöroekonomi ve riskli davranış alanlarını ve iki bilimadamının (Eric Nestler ve Gökhan Hotamışlıgil) yeni yayınlarını düzenli takip ediyordum. Takip ettiğim, haftada bir yayınlanan 3-4 dergide o ay boyunca yayınlanan ve ilgimi çeken, dikkate değer makaleleri de ekleyince o bir ay içinde epey bir şey kaçırmışım. Bir yandan yeni yayınlananları günü gününe takip ederken, o birikenleri eritme işi neredeyse 2 ay aldı. 

Dünya biliminde bunlar olurken, Türkiye'de neler mi oldu? Ne mi kaçırdım? Hiçbir şey.

Tamam, kabul, bir ay kısa bir zaman. O zaman bunu iki yıla çıkaralım. Bizim camianın büyük kongreleri iki yılda bir düzenlenir. Makul bir işleyişi olan bir laboratuvar grubunun bir kongrede sunduğu araştırmayla iki yıl sonra sunduğu arasında bir ilerleme görmeyi beklemek gerekir ama durum her zaman bu şekilde değildir. Belli bir fikir çizgisi üzerinde ilerleyenler olsa da  başka bir grup daha var.

Şöyle düşünün:
Elinizde belli ölçümleri yapan bir alet var. Bir grup hayvana hiçbir şey yapmayıp ölçüm yapıyorsunuz, bir başka gruba da A ilacını verip ölçüm yapıyorsunuz. Böylece A ilacının ölçülen değişkenler üzerine etkilerini belirlemiş olursunuz. Bunu da bir kongrede sunabilir ve/veya bilimsel makale olarak yayınlayabilirsiniz. 

Buradan sonra yol ikiye ayrılıyor:

1) A ilacının etkilerini daha ayrıntılı incelemek, onun etkilerini kullanarak vücuttaki bir mekanizmayı/yolağı anlamaya çalışmak (bu yolla birbiriyle fikri takip bağı olan bir kaç araştırma yapılabilir)

2) Yeni bir B ilacı bulup, aynı testleri bir de onun için yapıp bir sonraki kongreye onu getirmek, bir sonraki makaleyi de bu verilerle yayınlamak.

Bu ikinci yol Türkiye'de en sık kullanılan yöntemdir desem yalan söylemiş olmam. Yazılır bir proje, biraz para bulunur, bir makine alınır, sonra onunla birbirinin aynısı araştırmalar yapılır. O kadar aynıdır ki bu araştırmalar, ilk makalenin materyal-metot kısmını, yalnızca ilacın adını değiştirerek, ikincide aynen kullanmak mümkündür.

Bu ikinci yolun yaygın olduğu bir bilimsel ortamda iki yıl boyunca yeni yayınlanan makaleleri izlemeseniz ne olur? Hiçbir şey olmaz, hiçbir şey kaçırmış olmazsınız. Aynı adamlar, aynı şeyleri, aynı şekilde yapmaya devam etmiş olurlar, siz de bir şey kaçırmamış olursunuz çünkü ortada kaçırılacak, kaçırmamak için çaba gösterilecek bir şey olmaz.

Son üç kongrenin bildiri özeti kitapları var kütüphanemde. Üşenmeyip bir ara bu bakış açısıyla detaylı bir inceleme yapmalıyım aslında ama şöyle bir göz attım da, manzara anlattığımdan pek farklı değil. Gerçekten bir şeyler üretmeye çalışanların hakkını teslim etmeyi görev bilirim ama futbol blogumuzu örnek alarak şunu  da söylemek gerek:


2 yıl öncesinde ne muhabbeti dönüyorsa, hala aynı




Yarın Kurban Bayramı. Ne futbolundan, ne bilimden hayır gördüğümüz güzel ülkemizde hayırlı bayramlar dilerim efendim.


1 yorum:

  1. 3 yazı da güzel... Doğru ve bilinen bir Türk hassasına işaret ediyor.... Acaba "değişim kendimizden başlar" dersem dayak yer miyim? Selamlar,Sarper

    YanıtlaSil

Beğendiyseniz paylaşabilirsiniz, maksat söz yayılsın.