2 Eylül 2011 Cuma

Şaban ile Berk


Filistinli bir yönetmen Roll'da yayımlanan röportajında geçmişi her hatırlayıp anlattığında aslında onu yeniden yarattığını söylemişti. "Geçmişe dair bir hikayeyi her anlattığımızda küçük bir parça değişiyor, hikaye bugün olduğumuz insanın dilinden dökülürken, aynı zamanda o insana daha uygun hale geliyor" diyordu. 

Kişisel tarihiyle olan ilişkisi adeta geviş getirme tarzında olan bir insan olduğumdan bu satırlar hemen dikkatimi çekmişti, yıllar geçse de hala aklımdan çıkmış değil. Tıpkı kuşaklar boyunca anlatılan halk hikayeleri ilk söylediğinden bambaşka bir hale gelir gibi, ben de mazimin olaylarını her hatırlayışımda/anlatışımda bambaşka bir şekle sokmuşsam, geçmişimi anlamaya çalışırken uğraştığım veri düpedüz yanlış demekti. 

Maziyle bu tarzda uğraşmamın bir başka yanlışlığını  bana gösteren henüz fakülteyi bitirmediğim dönemde farmakoloji departmanında geçirdiğim zamanlarda en çok konuştuğum insan olan İlknur Ay olmuştu. O zamanlar farmanın doçenti olan, sonrasında ABD'ye giden ve hala dönmeyen İlknur, yaptığım şeye "post-hoc rasyonalizasyon" derdi (işlem bittikten ve tüm veri toplandıktan sonra, olanları ve sonuçları o veriye ve akla uydurma). Bu Thomas Kuhn'un gündelik bilim tanımına benzeyen bir şey. Kuhn der ki, paradigma değişimi yaşanan dönemler dışında bilim adamları standart bir paradigma ile çalışır, karşılaştıkları verileri olduğu gibi değerlendirmek yerine var olan paradigmanın kutusunun içine tıkıştırmaya çalışırlar ve yeri geldiğinde uymayanları göz ardı eder ve hatta tahrif ederler. 

Yalan değil,  o zamanlar yaptığım biraz böyleydi. Hayatıma ve içindeki insanlara dair kafamda oluşturduğum modele uygun olacak şekilde hikayeleri tekrar anlatmak, işe gelmeyen yönler üzerine hiç düşünmeyip onları dışarıda bırakmak ve sonunda ne olursa olsun benim haklı ve/veya kurban olduğum bir gerçeklik kurgulamak.

Zamanla bu alışkanlıktan elimden geldiğince vazgeçtim. Artık farkındayım, böyle bir yaklaşımla bir şeyleri anlamak mümkün değil. Böylesi olsa olsa insanın kendisine propagandası oluyor. Anlatılan hikayeyi bilmeyen ve yalnızca anlatıcıdan dinleyen insanlara da bir propaganda elbette, ne kadar harika ve mazlum bir insan olduğumuza dair. 

Ben bu saçma alışkanlığı bir yana bırakırken görüyorum ki ülke ve toplum olarak buna gömülmekle meşgulüz. Tek başına bir bireye faydası olmayan ve hatta zarar veren bu yaklaşımın koca bir milletin mazisini anlamasına nasıl bir yardımı olabilir bilemiyorum.

Milli eğitimin tarih kitaplarından dimağımıza boca edilen resmi tarihe kefil olacak kadar aptal veya cahil değilim ama yenisi de bir garip. Belgesellerden köşe yazılarına, televizyon tartışmalarından sosyal medyaya kadar dört bir yandan üzerimize boca edilen, son 100 yılımıza dair yeni paradigma şu galiba:

Osmanlı'nın son yıllarında çeşitli hristiyan milletler tarafından yurtlarından edilen müslüman göçmenler ve Anadolu'nun müslüman halkı el ele verir ve Anadolu'yu işgal eden hristiyanlara karşı bir cihad yaşanır (bağımsızlık savaşı değil). Sonra dinle imanla alakası olmayan, çoğu eski İttihatçı ve büyük kısmı da mason olan bir elit gelir ve bu cihadın bakiyesini gasp ederek dinsiz bir cumhuriyet kurar (bir islam devleti değil). Bu dinsiz devlet uzun yıllar boyunca dindar insanlar üzerinde inanılmaz baskılar kurar, onları her fırsatta aşağılar (başka sınıfsal sebeplerle değil, yalnızca müslüman olduklarından dolayı; ve başka gruplara olduğundan daha fazla müslümanları). Sonra o müslümanlar zaman içinde iktidara gelir ve bu ülkeyi aslına döndürürler, bu yüz yıllık tahrifatı/tahribatı onarmaya girişirler.

Bu, kurgulanmış her gerçeklik gibi, kimi gerçekler içerse de işe gelmeyen kimi gerçekleri de dışarıda bırakan, gerçeklerin tamamına yer vermeyi dert edinmeyen, kurgulayanın görmek istediği dünyayı aklayan ve tıpkı benim eski hikayelerim gibi anlatanı hep haklı ve/veya mazlum gösteren bir paradigma gibi geliyor bana.

Memleketin tarihini 1984 romanını hatırlatacak şekilde yeniden yazan bu kafaya bir süredir denk geliyordum, bugün Mustafa Akyol'un Twitter'da yazdıkları vesile oldu, oturup yazdım. Popüler kültürün dilinde hakim ideolojinin kırıntılarını arayıp bulmak güzel bir düşünce faaliyeti olabilir, oldukça da işlevsel olabilmektedir ama bakış açısını burada da tarafsız tutmaya çalışmak gerek. Bir bakalım Akyol'un yazdıklarına, yukarıda anlatmaya çalıştığım meseleye de bir örnek olur belki.






 











5 yorum:

  1. Güzel ve açıkçası oldukça farklı bir analiz. Tebrik ederim. Sağlıcakla kalınız.
    Ali Çimen

    YanıtlaSil
  2. Yaziyi okuyunca aklima cok da eski olmayan bir diziden replik geliverdi: "hoca camide!". Bu herhalde son yuzyildaki paradigmayi destekleyen bir ornek olsa gerek.

    YanıtlaSil
  3. On numara yazı olmuş. Mustafa Akyol'un evrim-devrim yorumuna katılıyorum. Ama diğer mevzulara çok iyi değinmişsiniz.

    YanıtlaSil
  4. Yazılma tarihi 2 Eylül 2011, İnek Şaban mevzusunun temelleri atılıyor veya "çanlar çalmaya" başlıyor. 2 sene geçmiş, yıl 2013. Geçtiğimiz günlerde "İnek Şaban'a" dava açılıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Davadan haberim yoktu ama gerçekten de varmış öyle bir şey.

      (Merak edenler için: http://www.aktifhaber.com/inek-sabana-dava-acildi-777575h.htm )

      Bunu uzun zamana yayılmış bir komplo olarak görmüyorum ben. Daha ziyade, bu tuhaf bakış açısının giderek yayılması, dolayısıyla daha fazla insanın bu görüşleri paylaşıyor olmasıdır, bana sorarsanız, yaşanan. İçlerinden biri de çıkıp tuhaf bir dava açıyor.

      Sil

Beğendiyseniz paylaşabilirsiniz, maksat söz yayılsın.