22 Nisan 2010 Perşembe

Kurban olam etik diyen dillere

Pek çok malın dünyanın her yerinde üretilebilir ve tüketilebilir hale getirilmesi kapitalizmin yükseliş çağının kaçınılmaz gereksinimlerindendi. Bugün gündelik hayatımızın orta yerinde duran pek çok alışkanlık ve zevkimizin mazisi biraz da buna dayanıyor aslında; örneğin kahve keyfi. 
Ortadoğu ve Avrupa’da daha küçük dükkanlarda ve keyfe yönelik bir ürün olarak satılan kahvenin, standardize edilmiş bir şekilde büyük çapta üretilmesi, dağıtılması ve tüketilmesi de şaşılmayacak şekilde amerikan kahve devlerinin marifeti oldu. Aynı logo, aynı şekilde tasarlanmış dükkanlar ve aynı kahvelerin dünyanın her yerinde satılıyor olmasının globaleeşen dünyanın mobil insanlarındaki yabancılık tedirginliğini yok ederek, evlerinde hissettirerek onlara bir sığınak etkisi yaratmasının çekiciliğini bir yana bırakırsak bu standardizasyonun şirketin operasyonlarının planlanmasını kolaylaştırmak dışında bir faydası yok, en azından biz müşteriler için.
Birkaç yıldır Türkiye’de de giderek yaygınlaşarak faaliyet gösteren bu devlerden birinin etik kahvecilik yapma iddiası son zamanlarda en güldüğüm yalanlardan biri. Kahvelerini, aracıları aradan çıkarıp, doğrudan çiftçilerden aldıklarını ve etik bir alışverişi bu şekilde gerçekleştirdklerini iddia ediyorlar. 
Ambalajı yırtıp içindekine bakınca mesele bana hiç de öyle görünmüyor. Bu büyüklükte bir şirketin aracıları aradan çıkartması üreticiye pek de avantaj sağlamayacaktır. Pazarlık yapan taraflar arasındaki cesamet farkı arttıkça, küçük olanın bu hesaptan giderek daha zararlı çıkacağını öngörmek çok zor değil. Dahası alım piyasasına bu şekilde hakim olan büyük şirket, üreticinin malını başkalarına satması olasılığını da ortadan kaldırdığından, o malı satmazsa iflas edecek olan üretici tek pazarlık kozunu da kaybedip iyice büyük şirketin kucağına düşmüş oluyor. Böyle hammade maliyetini düşüren kahve devimiz, ürün başına karlılığı artırmanın birinci gereksinimini yerine getirmiş oluyor.
Dahası, önümüze gelen kahvenin “etik” oluşundan söz edilecekse, o tarlalarda, üretim, toplama ya da satış sürecinde çocuk, özürlü ya da kadın emeğinin istismar edilmediğinin; çalışanların sosyal güvenceleri ve özlük haklarının garanti altına alındığının; bu şartları sağlamayan üreticilerle iş yapılmadığının da ortaya konması gerekir ama böyle bir şeye ben rastlayamadım. 
İletişim olanakları arttıkça kelimelerin gücü artıyor, onlarla oynayarak yaratılan illüzyonların gücü de. Yüzlerce yıllık bir karı artırma numarasını, etik kahvecilik olarak etiketlemek de böyle bir numara olsa gerek. Bu kurnazlığı akıl eden arkadaşlara kocaman bir alkış, maaşlarını hak etmişler doğrusu (!). Kahve içerim ama kusura bakılmasın, bu kadar ucuz numarayı yemem.

1 yorum:

  1. Eğer “etik kahve”den kastınız “fairtrade labelling” ise, konu bu kadar siyah-beyaz değil. Ürünün bu sıfatı alabilmesi için, örneğin işçi çalıştıran üreticilerin çalışanlarına sosyal hak ve güvenlik vermesi, çocuk çalıştırmaması, köle çalıştırmaması, çalışma koşullarının tüm çalışanlar için eşit olması vs. gerekiyor. Kapitalizm çölünde, hiç değilse küçük bir vaha olabilir.

    YanıtlaSil

Beğendiyseniz paylaşabilirsiniz, maksat söz yayılsın.